Şehirlerin ve Dağların Çiçeği: Evrim Alataş

Evrim Alataş hayatının baharı denilebilecek bir yaşta (1976-2010) aramızdan ayrıldı. Güzel bir insandı. Güzel işler yapmıştı ve arkasında 34 yıllık hoş bir seda bırakarak aramızdan ayrıldı. Onu diğerlerinden ayıran özellikleri nelerdi? Şartsız şurtsuz insanı sevmesi, barışa gönül vermiş olması, ölüm yerine hayatı kutsuyor olması… Bu yüzden hiçbir yere sığmadı, hiçbir kesim tarafından tam kabul görmedi. Ama biz, yaşamın kıyısındakiler, öteki renkleri sevenler onu çok sevdik ve hâlâ onu özlüyoruz.

Her Dağın Gölgesi Deniz’e Düşer kitabı onunla özdeşleşmişti. Neden? Onun sözleriyle: “Bir Alevi-Kürt olarak bu memlekette yaşamanın nasıl bir zorluk olduğunu, nelerle karşılaşılacağını, sistemin sürekli hakaret ve baskısının insanın sırtında nasıl bir yük yarattığını iyi biliyorum.”

“Kimsenin Türkçe bilmediği, cemlerin gizli yapıldığı bir köyde doğdum büyüdüm. İsmet İnönü’nün Eğitim Enstitülerinde devletin modernleşmiş yüzü olarak başka yerden getirilen Sünnileri ve Türkçeyi gördük. Bir yandan cumhuriyete sahip çıkıyorduk, öte yandan cemlerimizi gizli yapıyorduk. Çelişkiydi ama kendimize ve cumhuriyete kondurmadık. Sonra anadilimiz Kürtçe her şeyimize yetiyordu; neden Türkçe konuşmak zorundaydık?”

“Deniz Gezmişler köyümüze gelip yüzlerini Nurhaklara döndüklerinde köyümüzün iki Alevi mahallesi onlara tam destek verdi. Sonra askerler köyümüze gidip gelmeye başladılar. Her geliş-gidişlerinde bizden bir şeyler alıyorlardı, bizden bir şeyler eksiliyordu.”

“12 Eylül darbesinden sonra askerler az gelip çok kalmaya başladılar; köyün bütün erkeklerini işkenceden geçirdiler. Devrim düşlerimiz yerle bir oldu, kimse yerde can çekişen düşlerimize dönüp bakmaz oldu; çünkü sakatlanan ruhlarımızdı, tarumar olan içlerimizdi, delik deşik edilen aklımızla kalbimizdi. Oysa millet tarlalarını satıp devrim düşü savunucularına bağışlamıştı. Nurhaklarda devrimci düşlerimize süt, peynir, yoğurt taşımıştı. Olmamıştı. Köyümüze daha elektrik gelmemişti ama köyün erkekleri cinsel uzuvlarından elektrikle tanışmıştı. Çocukluğuma kadar devam etti bu durum. Neden? Çünkü biz Alevi-Kürt’tük ve tehlikeliydik. Bize güvenilmezdi.”

Biz Bu Dağın Çiçeğiydik kitabı şu altı bölümden oluşuyor: Kürtler, Solcular, Feministler; Günlerin Getirdiği; Bizim Köyün Halleri; Diyarbakır; Beyaz Türkler ve Mülakatlar. Kitabın sonunda bir de albüm var.

Alataş, Kürtler, Solcular, Feministler bölümünde şu mesajları veriyor: Kürt sorunu bir Kürtlük sorunudur; herkes kendi Kürdünü istiyor. Solcular onlarca farklı fraksiyona bölünmüştür ve her fraksiyon da kendi gerçekliğini ötekilere dayatıyor. Bir feminist olarak da şehirde olsun, dağda olsun kadının hak ve hukukunu savunuyor Alataş.

Günlerin Getirdiği bölümünde ise ısrarla, inatla barışı; efsaneleriyle Munzur Çayı’nı; mizahi bir dille Dersim halkını; Arabı, Kürdü, Türkü ve Süryanisi bir arada yaşayan son kale Mardin’i; Özalp’ta 33 köylüyü kurşuna dizdiren Mustafa Muğlalı’nın 34. kurşununu; Gün TV’nin Diyarbakır’da yayına başlaması münasebetiyle gündeme gelen “dil yaraları”nı; Kürtçe yasakların sembolü Kamber Ateş olayını; Babaları ve Oğulları (Ankara Başbakanlık binası önünde kafasına kurşun sıkılan Eyüp Beyaz ve babası Ilgar Beyaz) hikâyesini; Kürt efsanelerini; Fransa dağlarında hayalindeki Dersim’i inşa eden solcu bir militanın hikâyesini; Şemdinli, Çınar ve Uludere’nin sorunlarını; HADEP’in İstanbul il binasının açılışını; Şakıro’nun yeğeni Özcan Deniz’i; Dersim festivallerini; Bêkes, Zınê ve oğulları Mir’in hikâyesini; bir savaş hastalığı olarak intiharı; unutmaya direnen kara bir Dersim kızı Hatice Serçe’nin hikâyesini; Mardin’den taş isteyen kadını; Ciwan Haco’nun İstanbul konserini; ölümlerle özdeşleşen ağıtları; Halil Uysal (Dağ)’ı anlatmaktadır.

 

Bizim Köyün Halleri bölümünde, kendi köylerinin Deniz Gezmişlere olan sevgi ve sadakatini; Ağca’nın “önemli” açıklamalarını; Aşşê ve İmam’ın hikâyesini; danayı kavağın uç kısmına bağlayan Cemile’yi; üç çocukla dul kalan Zeytun ve Xacê’nin hikâyesini; Gölpınar’ın vizontelesini, modasını ve çocuklarını; Akçadağlı bir delinin İnönü’ye mektup vermesini; Çeşmeli köyünden Affê ve kocası Haydar’ın elma kokulu hikâyesini; dut ağaçlarını; Cumhuriyet’in fötr şapkasını ve dedesinin Türkçesini anlatmaktadır.

Diyarbakır bölümünde ise yoksulluğu anlatır ve der ki: “Utanmazlık sistemin kendisindedir ve açlık insana umudunu yedirtir.” Yazar, Diyarbakır’ın “Öbür Yüzü”nü Galeria ve Mega Center gibi mekânlarla verir. “Kurmançlar Bu Tarafa, Zazalar Bu Tarafa” yazısında dersimiz dildir; konu dil bükülürse ne olur? “Mîn Dît” filmi ve sahipsizliğimiz…

Alataş diğer makalelerinde, Diyarbakır’ın Qırıxlarını, çingenelerini, çocuklarını, “taşımalı kültür sistemi”ni ve festivallerini; düğün ve cenazelerini; dengbêjlerini; komşuluk ilişkilerini; “dişil şehirlerden biri” (H. İzgören) olan Diyarbakır sevgisini; Hızlı Gonzales Miro’yu; kentin yazgısını; 2004 Newrozu’nu; erkeklerin kadınlara laf atmasını anlatır. Alataş’ın anlatımıyla:

“Dicle’ye kaval çalan bir çobandı Diyarbakır… Kavalından dökülen ezginin notalarının adı Mıgırdiç, Aram, İsa ve Helin’di. Birbirine bitişik o dar sokakların her biri, Dicle’ye en hüzünlü sesleri düşürüyordu. Her bir sokağın melodisi ayrı, notası ayrıydı. Ve bütün sokakların çıkardığı notalar birleştiğinde Diyarbakır ezgisi beliriyordu. Alabildiğine hüzünlü, alabildiğine renkli…”

“Yani Dicle’ye bir türkü yakılmıyor da sanki Diyarbakır, almış eline gökkuşağını, nehrin öbür yanına fırlatıyordu. Nehre düşen tüm renkler ülkeleri dolaşıyor, sonra kendi mavisiyle buluşuyordu. Diyarbakır, kavalında hüzün dökülen bir çobandı.”

Beyaz Türkler bölümünde Seda Sayan’ı, deniz analarını, dolmacıları, flörtü; “Yaralı Yürek”, “Aşka Sürgün” ve “Sıla” gibi dizileri; Ahmet İnsel’in yazısından hareketle “Sizin Oralar ile Bizim Buralar”ı; Çağlayan Meydanı’ndaki “duygu dolu” sahneleri; Onur Öymen’in CHP’sini; Adalet Ağaoğlu’nu; Ayşe Kulin’i anlatmakta ve şu soruyu sormaktadır:
“Bu taşlar nereden atılıyor ve bu taşlarla hangi kuşlar vurulup yere düşüyor?”

Alataş son bölüm olan “Mülakatlar”da ise İrfan Aktan ve Ahmet Tulgar söyleşilerine yer vermiştir.

Evrim Alataş’ın farkı nedir?

Mükemmel biçimde harmanladığı Türkçe ve Kürtçe ile yüzyıldır kanayan yaralarımızı bize göstermektedir.

Kürtçenin temel kaideleri üzerine kurulu zengin bir Türkçe ve renkli bir anlatımla bizi yedi harika diyarda gezdirmektedir.

Her yerde onun insancıllığını, merhametini, empatisini, sevgisini ve anlayışını hissederiz.

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)