Erbil (Rûdaw) - Latin Amerika'da, özellikle Şili ve Arjantin'deki sağcı popülistlerin son dönemdeki yükselişiyle birlikte yeni bir siyasi rüzgâr esiyor. Enflasyonla mücadele, artan suç oranları ve gelecek kaygısı gibi sorunların gölgesinde; Arjantinli Javier Milei gibi radikal figürler, ellerinde statükoya karşı salladıkları "elektrikli testerelerle" başarı kazanıyor.
Latin Amerika uzmanı gazeteci Lars Palmgren, 1970'lerin askeri darbelerle dolu karanlık geçmişine kıyasla, bugün demokrasiye saygının şaşırtıcı bir şekilde "yeni normal" haline geldiğini vurguluyor.
Sıra dışı karakterler: Milei ve Kast
Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei ve Şili'de 14 Aralık'taki ikinci tur seçimlerin favorisi José Antonio Kast'tan daha zıt ama bir o kadar da ilginç iki figür hayal etmek zor.
Son siyasi etkinliğinde taraftarlarının karşısına bir rock yıldızı gibi çıkan Milei; deri ceketi, dağınık saçları ve "klonlanmış köpekleri" ile sıra dışı bir profil çiziyor. Siyasi bir partisi olmayan bu lider, "asalak" olarak nitelediği devleti nasıl parçalayacağını göstermek için elinde elektrikli testereyle dolaşan, hakaret ve tehditleri dilinden düşürmeyen öfkeli bir yabancı gibi davranıyor.
Öte yandan Şili'deki Kast, çocukluğundan beri her pazar kilise ayinine katılan, sekiz çocuk babası, deneyimli bir siyasetçi. Eski diktatör Augusto Pinochet'ye sadakatiyle bilinen ve eski partisini "aşırı liberalleştiği" gerekçesiyle terk eden Kast; her zaman bakımlı, mütevazı ve asla hakaret etmeyen bir üsluba sahip. Ancak yüzündeki gülümsemenin nezaketten mi yoksa alaycılıktan mı kaynaklandığı her zaman bir muamma.
Kedi ve köpek kadar farklı karakterlere sahip olsalar da bu ikili, Latin Amerika'yı etkisi altına alan ve "mavi dalga" olarak adlandırılan sağcı siyasi projenin ön saflarında yer alıyor.
Mavi ve pembe dalgalar arasında
Milei, yakın çevresindeki yolsuzluk skandallarına rağmen parlamento seçimlerinde ezici bir zafer kazandığında, Arjantinli yazar Martin Caparró durumu şöyle özetlemişti: "Seçimler, yaşadığınız ülkenin sandığınız gibi bir yer olmadığını keşfetmek için ideal fırsatlardır."
Benzer bir şaşkınlık Şili'de de yaşandı. Solcu Gabriel Boric hükümetinin başarılı bakanı Jeannette Jara en yüksek oyu alsa da, sağcı adayların toplam oyunun yüzde 50'sini geçmesi dengeleri değiştirdi. Kendini "ne faşist ne komünist" olarak tanımlayan ve göçü durdurmak için sınıra mayın döşemeyi öneren Franco Parisi'nin yüzde 20 oy alması, sağın yükselişini teyit etti.
Bu yeni "mavi dalga"yı, 2000'lerin başında Hugo Chávez ve Fidel Castro önderliğinde kıtayı kasıp kavuran solcu "pembe dalga" ile kıyaslamak cazip gelebilir. Ancak o dönemin liderleri artık hayatta değil ve Venezuela petrolüyle finanse edilen bölgesel iş birliği projesi 'Alba' bir enkaza dönüşmüş durumda. Pembe dalganın öncüleri olan Venezuela ve Nikaragua ise söylemde solcu, uygulamada ise halktan kopuk otoriter rejimlere evrildi.
Ekonomi ve güvenlik ekseninde ayrışma
Siyasi dalgalar metaforu durumu açıklamaya yardımcı olsa da yanıltıcı bir homojenlik hissi yaratabilir. Örneğin Brezilya'da sağcı Bolsonaro, solcu Lula da Silva'ya yenildi. Uruguay'da ise sol, son seçimlerde geri dönüş yaptı.
Ancak Arjantin ve Şili örneklerine bakıldığında sağın yükseliş nedenleri farklılaşıyor. Milei'nin başarısı büyük ölçüde Arjantinlilerin tarihsel travması olan "enflasyonla" mücadele vaadinden kaynaklandı. Şili'de ise ekonomi daha istikrarlı olduğu için Kast'ın ana kozu "güvenlik" oldu.
Latin Amerika'nın en düşük suç oranlarından birine sahip olsa da Şili halkı, şiddet ve suç konusunda büyük endişe taşıyor. Özellikle uyuşturucu kaçakçılığı ve organize suçlardaki artış, bu korkuyu besliyor. Suç örgütlerinin bir kısmının Venezuela kökenli göçmenlerle ilişkilendirilmesi, Kast'ın yabancı düşmanlığı üzerinden siyaset yapmasına zemin hazırlıyor.
"Bukele Modeli" ve otoriterleşme riski
Güvenlik kaygısı, El Salvador Devlet Başkanı Nayib Bukele'yi bölge sağı için bir tür "guru" haline getirdi. Suçlular için "ya hapishane ya mezarlık" anlayışını benimseyen Kast ve Ekvadorlu Noboa, Bukele'nin dev hapishane modellerini örnek alıyor.
Ancak bu sert politikalar sınırsız bir yetki anlamına gelmiyor. Ekvador'da Noboa'nın yetkilerini artırmayı amaçlayan referandumun halk tarafından reddedilmesi, demokrasinin sigortalarının hala çalıştığını gösteriyor.
Yeni normal: Kurumlara saygı
Latin Amerika'da artık "yeni normal", 1970'lerdeki gibi askeri darbeler değil, demokratik kurallara (zoraki de olsa) uyumdur. Milei, Meclis'te çoğunluğu sağlayamadığı için müzakere etmek zorunda. Bolivya'da iktidar değişimleri, ciddi aksamalar olmadan sandık yoluyla gerçekleşiyor.
Bölgede demokrasinin askıya alındığı istisnalar olsa da (El Salvador gibi), genel eğilim kurumsal işleyişin devamı yönünde. Milei bağırıp çağırabilir, Kast zehirli bir şekilde gülümseyebilir; ancak hiçbiri kendini yasaların üzerinde konumlandıramıyor veya Pinochet gibi mutlak bir diktatörlüğe soyunamıyor.
Bölge demokrasisinin sıradaki sınavı, yaklaşan Honduras seçimleri olacak. Olası hile iddiaları tüm bölge halkının tepkisini çekecektir. Ancak asıl belirsizlik, Trump'ın bölgeye yönelik olası müdahalelerinde yatıyor. Eğer yeni sağcı hükümetler, Trump'ın Venezuela gibi ülkelere yönelik askeri tehditlerine destek verirse, kendi halklarının desteğini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabilirler. Bu da bölgede öngörülemez yeni bir siyasi çalkantının habercisi olabilir.
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın