Yazar Hoşeng Şeyh Muhammed Yusuf, 3 yıl boyunca 1155-1191 yılları arasında yaşayan ve 36 yıllık kısa ömrüne çok sayıda değerli eser bırakaran İşrak felsefesinin öncüsü Şeyh Şahabeddin Sûrewerdî 'nin en önemli eserlerinden biri olan “Hikmet el-İşrak” kitabını Kürtçe’ye çevirdi.
Bunla birlikte, yapıtın anlaşılması ve daha rahat okunması için “Hikmet el-İşrak’a Bir Bakış” adlı şerhi yazdı.
Kürt filozof Sûrewerdî’nin hayat hikayesi ve düşünceleri ile tarihe damga vuran önemli şahsiyetlerden biri olduğunu anımsatan yazar, Fars, Arap ve Türklerin sahip çıktığı bu büyük düşünürün eleştirel, canlı ve dinamik düşünce yapısı ve ahlak anlayışından bugün bile istifade edilebileceğini belirtiyor.
Hoşeng Şeyh Muhammed Yusuf ile Sûrewerdî’yi, eserlerini ve bıraktığı etkiyi konuştuk.
Siz kitabınızda Sühreverdi ismi yerine Sûrewerdî diye yazmışsınız. Neden, nerden geliyor bu isim?
Farslar “Sûhrewerdî” der. Araplar “Sûhrewerdî” veya “El-Sûhrewerdî” der. İngilizce, Almanca ve Fransızca çevirilere baktım, onlarda da “Sührewerdi” diye geçer. Ancak Kürtçe okuduğumuz zaman, ismin “Sûrewerdî” yada “Sûreberdî” olduğunu ve doğrusunun da bu olduğunu görüyoruz. Çünkü isim Kürtçe bir yer isimlendirme. “Werd” yani toprak. Ekin için hazırlanan toprağa Kürtçe “Werd” denir. Rengi kırmızı olduğunda ise “Sûrewerd” denir. Ötekisi ise “Berd” yani kaya anlamındadır. “Sûreberd” kırmızı kaya anlamına gelir. Bu tür yer isimlerine veya isimlendirmelere Kürtçe’de çokça rastlanır. Sûrkêw, Sûrgul gibi. Kısaca Sûrewerd ismi de tartışmasız Kürtçe bir isimdir. “Hikmet el-İşrak” kitabının çevirisini ve “Hikmet el-İşrak’a Bir Bakış” şerhini yazdığım zaman özellikle bu konuyu çok araştırdım. O yörenin insanların hala buraya Sûrewerd yada Sûreberd diyor.
Kürtçe’de çoğu zaman “w” ve “b” harflerinin metatez göçüşme ile yer değiştirdiğini görürüz. Mesele bazı yerlerde “bahar” yerine “wahar” denir veya “baran” kelimesi “waran” diye söylenir. Bu nedenle fonimine bakıp bu ismin Kürtçe olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bölge yani Zencan eski Medya torpakları içerisinde bulunuyor ve Kürdi bir bölgedir. Yöre, Sûrewerdî’nin doğduğu 1155’te ve öncesinde de Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı bir bölgedir. Bunun dışında birçok tarihçi ve yazar Sûrewerdî’nin Kürt kökenli olduğunda hefikirdirler. Örneğin ünlü İslam alimlerinden İbni Teymiyye (1263-1328), Sûrewerdî'nin Kürt olduğunu söyler.
Sûrewerdî ismini kullanan diğer alimler de yetişmiştir bu bölgede…
Evet, İslam tarihinde o bölgede yetişmiş ve aynı isimle bilinen dört Sûreverdî vardır. Ancak bizim bahsettiğimiz adına sonradan "Maktûl" eklenen Sûrewerdî'dir ki bu şekilde diğerlerinden rahatça ayrıştırılabilir. Özellikle ondan sonra gelen Sûrewerdî adında bir başka alim var ki “Arifil Muarif” adında bir kitap yazmıştır, oğlu da onun gibi alimdir ve o da aynı ismi kullanır. Ve bu iki Sûrewerdî diğer bir Sûrewerdî’nin akrabasıdırlar. Bunları, konumuz olan büyük Kürt filozof Şeyh Şahabeddin Sûrewerdî ile karıştırmamalıyız.
Sûrewerdî'yi önemli kılan nedir?
Sûrewerdî, İslam felsefesi ve metafizik düşünce adına çok değerli eserlerin sahibidir. Onu büyük yapan şey, yaşadığı kısa zamana bu kadar büyük eserler ve düşünce sığdırmasıdır. Dediğim gibi 1155’te doğmuş ancak malesef 36 yaşındayken Halep’te Selahaddini Eyyübi’nin fermanı ile idam edilmiştir. Fakat bu kısa ömüre çok şey sığdırmıştır. Birçok doğu bilimci gelip onun eserlerini araştırmış ve tasnif etmiştir. Fransız doğubilimnci Luis Massignon bunlardan biridir. O Sûrewerdî’nin eserlerini birkaç bölümde tasnif eder. İlk dönem İsfahan’da yazılan eserlerini içeriri ki bu eserler bazı mektup, sofistik ve mecazi hikayelerden oluşur. Ben bu hikayelerden de altısını tercüme ettim, üçü basıldı, diğer üçünü de kitap olarak yayınlamayı düşünüyorum. Sûrewerdî, Aristo’yu çok iyi okumuş ve özümsemiştir. İbni Sina’nın hayranıdır ve düşüncelerinden etkilenir. Filozofun düşünce yapısında ikinci dönem ise İsfahan’dan çıktıktan sonraki dönemde yazdıklarıdır. İsfahan’ndan çıkarken uzun bir yolculuk yapar. Diyarbakır’a, Meyyafarkin’e gelir. Oradan Bağdat’a ve Şam’a geçer. Son durağı ise Halep’tir. Bu süre zarfında hem okumuş, hem yazmıştır. Büyük hocaların ve bilginlerin peşinden koşmuştur.
Fransız oryantalist filozof Henry Corbin, Sûrewerdî’nin eserlerini daha dikkatli ve ayrıntılı bir şekilde okumuştur. O da bu eserleri beş bölümde tasnif eder. Corbin, Kürt filozofun en önemli dört eserini, yani İşrakiliğin dört temel yapıtı olan Et-Telvîḥâtü'l-levḥiyye ve'l-ʿarşiyye, El-Lemeḥât, el-Muḳāvemât, El-Meşâriʿ ve'l-muṭâraḥât ve Hikmet el-İşrak eserlerine daha çok eğilir. O Hikmet el-İşrak’ı “İşrakiliğin İncili” olarak isimlendirir. Ben kitabımda bunun öyle sıradan bir vasıflandırma olmadığından söz ettim. Bu vasfın arka planında bir marif ve tarih olduğunu yazdım. Kürt bir alimin, İslami bir feza içerisinde Arapça yazdığı eser kendi yar ve yaverleri için İncil gibi vasfediliyor.
“Hikmet el-İşrak nasıl bir atmosferde yazıldı, kitapta neler anlatılıyor”
Hikmet el-İşrak 1186’da yazılmıştır. kitabının önsözünde, “İmamı Hekim” olarak adlandırdığı Eflatun ve Hermes’ten, bu iki filozofun yaşadığı zaman aralığına sığan tüm filozoflardan ilham aldığını söyler. Yine Zerdüşt Mogan Meclisi’nde yer alan üç bilginden (Camasp, Freshuşter ve Bizurgmêhr) bahseder. “Bu yazdıklarım Mani’nin ilhadı veya Mecusilerin küfrü değil” der. Hikmet el-İşrak’ta açıkça Zerdeşt’ü “iyilik peygamberi” şeklinde vasfeder. Ruhi kaynaklardan bahsederken tasavvuf Bayezidi Bestami’nin tasavvufundan aldığı ilhamı nakleder. Ayrıca büyük sofi Hallacı Mansur için “ruh kardeşim” diye söz eder.
Özcesi Sûrewerdî’nin Hikmet el-İşrak için ilham aldığı fikri ve ruhi kaynaklar çok zengindir. Hem Yunan ve hem de İrani düşünürlere dayanır. Bu halkaya birçok Kürt kralını da dahil eder. Örneğin Keyhusrev. Biz şu an da Ey Reqîb marşını okuduğumuzda “Key Husrev’in soyundanız” diyoruz. Bu halkaya Key Feridun’u da ekler. Ontolojik olarak “varlığı” tariff ettiğinde yine Zerdüşti manzumeye döner. Bütün büyük melekleri Zerdüşti literatürde geçtiği gibi isimlendirir. Sühreverdi'nin varlık düşüncesi, en yetkin nur olan Nuru’l Envar'dan hiyerarşik bir şekilde soyut ve arızi nurların yayılışı, yani sudure üzerine kuruludur.
Budizm’deki Nirvana gibi..
Evet, Nuru’l Envar yani “nurların nuru” en üst aşamadır. Ondan sonraki aşamalar için de bahsettiği melekler de öyle. Behmen’den Urdibeheşt’e kadar Zerdüştilikte adı geçen 10 akıl ve melekten bahseder. Sûrewerdî düşüncesinde “Nur” yani ışık, valığın temelidir ve tüm varlıkların ışık olduğunu söyler. Aslında hepimizin niteliğinin bir yani nur olduğunu, bizi biribirimizden ayıran şeyin de bu niteliğin kalitesi olduğunu belirtir. Yani ışığın tonlarıdır. Bu tonlar arasındaki ilişkinin de aşıkça olduğunu ifadee eder. Yani bir alt tondaki ışık üstündekine aşık, üstteki ton alttakinin maşukudur ama aynı zamanda üst tonuna aşıktır. Bu halka hiyerarşik olarak Nuru’l Nur’a ulaşır. O bu silsileyi “Müşahade” (Şühud) diye adlandırır. Yukardan aşağıya doğru olana da “İşrak” (aydınlanma) der.
Hikmet el-İşrak’ta geniş bir yelpazede etkilendiği düşünce ve inançlardan bahsettiğiniz. Kitap kaç bölümden oluşuyor ve ana teması nedir?
Himet el-İşrak kısa ama çok derin bir önsözle başlar. Eserin ilk bölümü Aristo mantığı hakkındadır. Aristocu aklın “tarif” ve “kıyas” metodlarını ele alır. Burada ilgi çekici olan, Aristo mantığını ele alırken üç yöntemle irdelemesidir. İlkin mantığı yorumlar, ikincisinde eleştirir, son olarak da İşraki temeller üzerinden yeniden düzenler. Hilmet el-İşrak’ın şerhinde ben şu dipnotu düştüm; Sûrewerdî neden Aristo mantığının İslam felesefesine dahil edildiğini, hangi ihtiyaçtan kaynaklandırğını çok iyi kavramıştır.
Tabi Sûrewerdî’yi anlamak için içinde yaşadığı dönemi ve koşulları da bilmek gerekiyor. O dönem Harun Reşid’in oğlu Me’mun’un Abbasi halifesi olduğu dönemdir. Aristocu düşüncenin İslam felsefesine iştirak etmesi bu döneme tekabül eder ki Halife Me’mun bunu teşvik eden kişidir. Halife Me’mun, hoca olarak adlandırdığı Aristo’yu rüyasında gördüğünü ve ondan kendisine “güzelliği” yani Arapça “Hüsn”ü tarif etmesini istediğini söyler. Muhammed Abid el-Cabiri, Me’mun’un bu rüya ile kastının güzelliği anlamak olmadığını asıl meramının Aristocu mantığın anlayış ve betimleme mekanizmasını öğrenmek olduğunu söylüyor. Çünkü Aristocu düşünce büyük imparatorlukların ruhu ve yapısı ile uyuşuyor.
Me’mun Abbasi halifeliğine güçlü bir düşünsel temele oturtmak için bu yolu izler. Bütün büyük imparatorluk ve devletlerin bu tarif ve kıyasa ihtiyacı vardır. Bu olay, olgu ve düşüncelere bir sınırlama getirmek, düşünceyi kötü olandan uzaklaştırmaktır da aynı zamanda. Ancak Sûrewerdî, Aristocu aklın bunu gerçekleştiremediğini söylüyor. Neden mi? Birincisi; Sûrewerdî, İslam felsefesine dahil edilen Aristo’nun gerçek Aristo olmadığını, Abbasiliğe uyarlanmış bir Aristo olduğunu söyler. Şöyle bir ayrıntı var. O dönemde Aristo’nun diye Arapça’ya çevrilen birçok kitap Aristo’ya değil, Eflatun’a aittir. Özellikle de İbni Sina ve El-Farabi gibi Aristocu aklı İslam dünyasına uyarlayan alimleri eleştirir. Aslında Sûrewerdî’nin Aristo eleştirisi de Aristo’nun kendisine değil, onun düşüncelerini İslam felsefesine yanlış nakledenleredir. Hatta bir yerde, “İslam alimleri Aristo’nun binde biri kadar bilgin değildir” der.
Hulase, Hikmet el-İşrak’ın bu bölümünde “Aristo mantığı bizi hakikate erdirmedi, aksine hakikat yolunu kararttı” der. Ayrıca Halife Me’mun’un Aristo mantığını “Şuubiyet” denilen yani Müslümanlaşan diğer uluslara ait düşüncelere karşı mücadele edebilmek için İslam felsefesine dahil ettiğini savunur. Örneğin Manizm düşüncesi. Aristo mantığı üzerinden Manizme karşı büyük bir savaş verilir. Halife Me’mun ve daha sonraki dönemde de binlerce Manizm taraftarının öldürüldüğünü, yakıldığını, sindirildiğini görüyoruz. Kitapları, düşüncesi, inanışı ve resimleri aşağılanır. Bunlar o dönemin felsefi ve fikri yönüyle alakalı. Hikmet el-İşrak’ta Sûrewerdî, Aristo mantığının İslam felsefesine dahil olmasını ayrıca bu siyasi nedenlere de bağlar. Yani Arap İslamcılığının Zerdüşti, Manist, Yahudi, Hristiyan, Yarsan ve hatta Ezidi olan halkların fikir ve inanışlarına karşı mücadelesinde ihtiyaç duyulduğu için bu mantığa sarıldığını belirtir.
Hikmet el-İşrak’ın ikinci bölümü, yani “İlahiyat” veya “Lahut” dediğimiz bölümüdür. Bu bölümde vücut yerine tam manasıyla "gerçek" olarak kabul ettiği manevi ve metafizik Nur'u koymuştur. Tek ve yegane gerçeklik olan bu nur, yoğunluk ve incelik derecelerine göre derece ve mertebelere sahiptir. Bunlar içerisinde en yüksek mertebe Nuru'l-Envar, en alt mertebede ise “Cevheru’l Gasık” veya “Zulmet”tir. Bu mertebeler arasındaki ilişkiyi anlatır. Ve son olarak da bir vasiyet ile Hikmet el-İşrak’ı sonlandırır.

Önsözde, kitabın yazıldığı dönemin karakteri ve şartlarından da söz etmişsiniz. Bunu bize de özetler misiniz?
Özet olarak, Hikmet el-İşrak’ın yazıldığı dönemin siyasi ve fikri olarak karmaşık bir döneme takabül ettiğini görüyoruz. Yine bölgede birçok hakim güç vardır. Abbasiler, Kürt Selahaddini Eyyübi liderliğinde Haçlılara karşı savaşan Eyyübiler, Selçuklular, Samaniler, Büveyhiler, Şam, Mısır ve Alamut hattında var olan Batıni düşünce ve akımlar ile artı antik Yunan’dan gelen fikri bir background var. Yine gerek Zedüştüler, Yarsanlar ve gerekse de Ezidiler üzerinden gelen İrani Mitarizm fikri var. Bölgenin siyasi, fikri ve felseki açıdan büyük bir sirayet içerisinde olduğunu görüyoruz. Yine İslami unsurlar arasında da derin çelişkiler var. Örneğin Selçuklular ile Abbasiler arasında, Sünniler ile Şiiler, Samaniler ile Büveyhiler arasında. Şiilerin içerisinde de 7 İmamcılar ile 12 İmamcılar arasında ve tabi tüm bunların kendi kolları arasında çelişkiler var. Yani bölge adeta her bakımdan kaynayan bir kazan gibidir. Sûrewerdî tüm olanlardan haberdardır, çok iyi okuyabilmiştir. Aynı zamanda eleştirel, faal ve canlı bir akla sahiptir. Bu nedenle tüm bu düşünce ve olayları okuyup eleştirip sentezleyebiliyor.
Sûrewerdî eliyle Platon felsefesinin yeniden yorumlanarak hak ettiği yere oturtulduğunu söylüyorsunuz?
Öyle, çok önemlidir ki Eflatun ile Aristo arasındaki fikri sirayeti iyi tahlil etmiştir. O dönem İslam’ın son filozofu İbni Rüşd, Aristocu aklı yaşatmak için çok büyük bri çaba sarfeder. Sûrewerdî eliyle Eflatun (Platon) çizgisinin yeniden İslam düşüncesine dahil edildiğini görüyoruz. Eflatun’un çizgisi de bildiğiniz gibi zatidir, ruhidir (idea). İnsanın kendisi ile diyalogunu esas alır, dış zuhuru ile değil. Sûrewerdî’nin varlığı "sudûr" yolu ile mertebeli düzeni Yeni-Platonculuk ve İslam dünyasında sudûr anlayışını benimsemiş olan diğer düşünürlerin fikirlerine dayanmakla birlikie, bu düşünürlerden farklı bir anlayış ortaya koymuştur. Abbasi düşüncesinde bu çok gözardı edilen bir konuydu . Çünkü Aristocu aklı kendilerini sınıflandırma ve menfaatlerine hizmet için almışlardı, hakikati savunması için değil. Bu nedenle İmam Gazali’nin batıni düşüncelere karşı büyük bir fikri savaş yürüttüğünü görürüz. Yazar Muhammed Ali Rayan bu konuda, “Gazali dini, Sûrewerdî hakikati savunurdu” der. Bu nedenle biz Hikmet el-İşrak’ı “Hakikatın Savunmulması” şeklinde yorumlayabiliriz. Sûrewerdî’nin içindeki hakikat aşkı bu kitabı yazmasında dinamo rolü oynadı.
Sûrewerdî Hikmet el-İşrak’ın kendisine vahiy ile indiğini söyler…
Evet, diğer çok ilginç bir şey de budur. Sûrewerdî bu kitabı vahiy ile yazdığını söyler. Ruhu’l Kurdüs’ün (yani Cebrail’i kasteder) bir defada Hikmet el-İşrakı onun nefsine yerleştirdiğini savunur. Seferde olduğu için nefsine yerleştirilen bu vahiyi sonra kaleme aldığını belirtir ve kitabı bitirdiği tarihi de belirtir; 16 Ağustos 1186. Henry Corbin’nin “İşrakilerin İncili” diye isimlendirdiği Hikmet el-İşrak feselefi ve lahuti anlamda çok zengindir. Hikmet el-İşrak’ın bir diğer yanı felsefe ile tasavvufu uzlaştırması da bu yapıtın ayrı bir artısıdır. Meşşâî felsefeyi tasavvuf ve kelâmla İşrakilikte birleştirmesi Sûrewerdî’nin insanlık düşüncesine katkılarından biridir.
Hikmet el-İşrak’ın metafizik felsefeye de katkısı önemlidir. Sûrewerdî, ulvî âlemle süflî âlem (fizikî âlem) Eflâtun’un matematik ideaları arasına aracı bir âlem koyar ki bunu da “Berzek” veya “Berzah” diye adlandırır. Berzin Kürtçe bir isim olduğunu “Yüksek” anlamına geldiğini biliyoruz. O bu alemi aynaya teşbih eder. Yani insanın kendisini çinde görebileceği ancak tutamayacağı bir alemdir. Çünkü bu alemin özelliği şu an içinde yaşadığımız tabiatla aynı değildir. Bununla metafiziğe yeni bir mefum katar ve bu alemin nazik bir maddi varlık olduğunu belirtir. Bu alem insanın kendi amelinden doğar. Daha kolay bir dille anlatırsak; İnsan öldüğünde ruhu bu aleme gider. Eğer iyi amel sahibi ise Nuru’l Envar’a çıkar, o nurun içinde bulur kendisini ki bu insan için cennettir. Kötü ise “tenasuhu’l errah” olur. Yani Zerdüşt’ün cennet-cehennem görüşü gibi, tenasuhu’l errah olan bir süre o mevkide kalır ve daha sonra melek gelir, ruhunu temizler ve onu gerçek evi olan Nuru’l Envar’a ulaştırır.
Sûrewerdî’nin oluşturduğu lahut (manevi alem) haddinden fazla maddidir. Hurafe, yalan veya mantıktan uzak değildir. Çünkü nihayetinde o tüm bu alemleri insanın kendi zatına döndürür. Yani insanın ahlakıdır bu alemleri yaratan. Bugün bile biz kendimiz, özellikle aydınlarımız ahlaki dünyamızı, böyle humanist, ılımlı, zarif ve aşk dolu bir düşüce üzerinde inşa edebiliriz.
Sûrewerdî yaşadığı dönemde bir otorite olabildi mi? Sonrasında nasıl bir etki bıraktı?
Sûrewerdî’nin Zencan bölgesinde doğduğunu, daha sonra İsfahan’a gittiğini belirttik. İsfahan o dönem önemli düşünce akımlarının bir merkezi halindedir. Birçok İslam veya gayrı-İslam alim burada yerleşmiştir. Daha sonra Kürdistan’a, Diyarbakır’a Meyyafarkin’e gelir ki o dönem burada da çok sayıda tasavvuf alimi vardır. Celaleddini Rumi’nin de daha sonra buraya gelerek Sûrewerdî’nin düşüncelerinden etkilendiğini görüyoruz. İbni Arabi gibi büyük bir İslam aliminin Sûrewerdî öldürüldükten sonra Halep’e gelerek Selahaddini Eyyübi’nin oğlu Melik Zahir’in yanına yerleştiğini ve tasavvufunu edebiyatını Sûrewerdî’nin Berzek aleminden etkilenerek icra ettiğini görüyoruz.
Ölüm şekli de trajiktir. Büyük İslam komutanlarından Kürt sultan Salahaddini Eyyübi’nin fermanı ile öldürülür.
Malesef; Zaten eğer bu kadar bilgin, zeki ve etkili olmasa neden Halep ve Şam’da bulunan dönemin alimleri ona karşı birleşsin ki? Bu alimler bir olup Melik Zahir’e Sûrewerdî’yi öldürmesi için baskı yapar. Ancak Zahir kabul etmez, çünkü Sûrewerdî’yi çok sever. Fakat bu baskı öyle bir düzeye ulaşır ki Selahaddini Eyyübi oğlu Melik Zahir’e, “Eğer idam etmezsen Halep’in hükümdarlığını senden alırım” der. Bu da şunu gösteriyor ki Sûrewerdî’nin düşüncelerinin toplumsal bir devrime dönüşmesinden duyulan bir korku var. Bu nedenle Sûrewerdî batıni düşüncelerle işbirliği yapmakla suçlanıyor. Hatta kendisini peygamber ilan etmek istediği şeklinde bir suçlama ile karşılaşıyor. İslam şeriatına göre biliyoruz ki Hz. Muhammed son peygamberdir. Ki zaten Sûrewerdî’ye şu soru sorulur; “Allah Hz. Muhammd’den sonra başka bir peygamber gönderir mi?” O da; “Allah’ın gücünün sınırları yoktur” diye cevap verir. Bu şekilde kendisini peygamber ilan edeceğini ima ettiği ileri sürülür ve yargılanır. Bence de Sûrewerdî’nin düşünce dünyası çok güçlüdür; yani eğer 36 yaşında idam edilmeseydi 10 veya 20 yıl sonra daha büyük ve yeni bir fikir veya mezheb yaratamayacağını kim söyleyebilir ki? Şimdi bile, aradan sekiz asır geçmiş olmasına rağmen biz Sûrewerdî’nin teorilerinden ve bıraktığı etkiden bahsediyoruz.
Sanırım Kürt edebiyatında veya tarih anlatımında pek yer edinmedi?
Özellikle son 100 yıldan günümüze kadar Araplar ve Farslar Sûrewerdî’ye büyük önem Verdi, veriyor. Biz Kürtlerin herkesten daha çok önem atfetmemiz doğaldır. Sûrewerdî’nin eserleri başta Farsça olmak üzere, İngilizce, Arapça, Türkçe ve diğer dillere de çevirildi. Henry Corbin 30-40 yıla sığan İslam dünyası araştırmalarında Sûrewerdî’ye önemli bir yer verir. Fransa’da, Almanya’da hala Kürt filozofun düşüncesi hakkında araştırmalar, sunumlar yapılır, dersler verilir. İran’da Sûrewerdî’nin eserlerinin toplandığı kütüphane vardır, Araplar da felsefe araştırmalarında hakkını iade eder.
Sûrewerdî gibi bir düşünürün eserlerinin Kürtçe’ye de kazandırılmasında fayda var. Salt kavmi taassub anlamında değil, mesele varlığı ile ilegilidir ki bu varlık Kürt’tür ve daha çok Kürdi bir ruha sahiptir. Yani Arap, Fars veya Türk olsa daha çok bu milletlerin ruhuna sahip olurdu, ontolojik realitesi budur. Yine kullandığı sembollerin çoğu Kürt kavimlerin kullandığı sembollerdir. İrani semboller de dersek yine yanlış değil. Bu kültürel öğeler ve inanışlar Sûrewerdî’nin yaşadığı dönemde ve öncesinde de vardı. Hepsinin kökenini onun eserlerinde görebiliriz.
Sûrewerdî hakkında araştırılması ve öğrenilmesi gereken neler var?
Araştırılması gereken çok konu var, tarihi hafriyata ihtiyaç var. Salt dini veya siyasi açıdan değil olay ve olguları tarihi hafriyatla birçok açıdan incelersek daha çok şey de açığa çıkar. Mesela Zerdüşt fikrinin Yunan felsefesi üzerindeki etkilerini daha kapsamlı bir şekilde iredelemeye ihtiyaç var. Bununla değinmek istediğim şu; o felsefenin içinde yaşadığımız coğrafyada doğan düşünce ve inançlardan etkilenmesidir. Bunun en açık örneği Pisagor’dur.
Yeri gelmişken eklememiz gereken bir diğer husus da Kürtlerin İslam düşüncesine yaptığı katkılardır. Birçok kişi Kürt alim ve bilginlerin din ve felsefi düşünceye bu denli güçlü katkılar yaptığını bilmez. Sûrewerdî bu isimlerin başında gelir. O aynı zamanda İslami bir feza içerisinde İşrakiliği doğurmuştur.
Bu coğrafya büyük uygarlık ve düşüncelere ev sahipliği yapmıştır ve hepsi bu zincirin halkalarıdır. Bu halkaları bilerek özümsemek tarihi anlamamıza tyardımcı olur. Mesele Abbasi Halifeliğini bilmemiz için Horosan’ı anlamalıyız. Horosan’ı anlamak için Şapur köyünü bilmemiz gerekiyor ki en eski akademilerden biri burada Noşirwan tarafından inşa edilmiştir. Çok sayıdı Suryani, İrani, Kürt ve Yunan bilgin burada eğitim almıştır. Me’mun gibi bir halife 6 yıl Horosan’da yaşamış ve halifeliğin başkenti yapmıştır. Birçok kişi Me’mun’un Fars olduğu kadar Arap olmadığını savunur. Çünkü dayıları Fars’tır. Yine Fars dayıları iktidar ona kalsın diye Me’munun kardeşlerini öldürür. Dolayısıyla tarihi bu halkalarla okumak bize anlaşılması açısından çok yardımcı olur.
Sûrewerdî’nin fikri, ahlaki bir ilişkinin temellerini inşa etme ve bilginin peşinden gitme açısından bizim için çok önemlidir. Bugün bile Kürt aydınlarının bu hakikatin peşinden gitmesi gerekiyor. Yine, biz yıllarca batıyı düşünce ve bilimin kaynağı, ilerici ve gelişmiş bulduk, kendi dünyamızdaki fikri, maddi ve manevi zenginlikleri göremedik. Sûrewerdî gibi düşünürlerin bu noktada sahip oldukları canlı ve dinamik aklı kendimize örnek almalıyız.

Sûrewerdî'nin başka hangi kitapları var, sizin inceleyip üzerinde çalıştığınız başka eserleri var mı?
Sûrewerdî’nin Hikmet el-İşrak dışında yaklaşık 74 eserinin daha bulunduğundan bahsedilir. Bazıları tekrar olabilir, Arapça ve Farsça yazıldıkları için. Yine bir şiir divanı vardır ama malesef eserleri Kürtçe’ye çevirilmemiştir. Ben şahsen 2006’da Sûrewerdî’nin düşünceleri ile tanıştım. Moran Dili ve Simurg Kuşu hikayelerini çevirdim. Ancak yayımlama imkanım olmadı. Araştırmalarım sürdü, 2016’da Hikmet el-İştak’ın çevirisine başladım. Bununla birlikte “Hikmet el-İşrak’a Bir Bakış” adlı şerhi de yazdım. Bu çalışma 3 yıl sürdü. Hikmet el-İşrak’ın çevirisi ve şerhi için çok sayıda Arapça, Farsça ve İngilizce kitap ve belge okudum, araştırdım, sordum-soruşturdum, internetten faydalandım, Sûrewerdî’nin diğer eserlerini okudum.
Bir ilk olması bakımından bu kitaplar iyi bir tepki aldı, ilgi gördü, öyle değil mi?
EvetHikmet el-İşrak ve “Hikmet el-İşrak’a Bir Bakış” kitapları Kürtçe basıldıktan sonra büyük ilgi gördü. , Bu çalışmaların ardından Kürt filosofun Gurbeti Garbi adlı bir hikayesini daha çevirdim. Erbil’deki Hacı Kadiri Koyi yayın evi, varsa Sûrewerdî’nin başka eserleri yayımlayabileceklerini söyledi. Daha önce yazdığım iki hikaye ile bu son hikayeyi de birleştirip yeni bir kitap çeklinde yayımlandı. Önümüzdeki dönemde Sûrewerdî’nin üç hikayesini daha çevireceğim, yani bu kitap da hazır sayılır. Kullandığı terimler, kavramlar, sanat, doğa, hayvan ve diğer varlıklara bakışını da anlatan bir önsözle yayına vermeyi düşünüyorum.
...................
Hoşeng Şeyh Muhammed Yusuf kimdir?
1972 yılında Erbil’in Şaklawa ilçesinde doğmuştur. Hukuk Fakültesi mezunu Hoşeng Şeyh Muhammed Yusuf’un şiir, roman ve edebiyat eleştirisi çalışmaları vardır. Halen başkent Erbil’deki Akademiya Kurdî (Kürt Akademisi) de akademisyen olarak çalışıyor.
Yazarın başlıca eserleri şunlardır:
“Şiîr di navbera guman û yeqînê de” – Edebiyat eleştirisi
“Nîrvana” Şiir kitabı (2004)
“Gotarên Rexneyi” - Edebiyat eleştirisi (2005)
“Derçûn ji desthilata ma’nayan” - Edebiyat eleştirisi
“Sophiya” Şiir kitabı
“Rewşenbir û Azadî” (Aydın ve Özgürlük) - Edebiyat eleştirisi (2007)
“Malî Rêhan” - Roman (2012)
“Em bo çi pirtûkan dinivîsin” (Neden kitap yazarız) – 2009
“Hikmet el-İşrak” ve “Hikmet el-İşrak’a Bir Bakış” – Çeviri ve şerh
Moran Dili, Simurg Kuşu ve Gurbeti Garbi (Sûrewerdî’nin 3 hikayesi) - 2020
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın