Tıp tarihini Almanya’da okurken, müfredat Hipokrat, Galen ve cilalanmış Latince adıyla “Avicenna” etrafında şekilleniyordu. Ancak daha sonra, Avicenna’nın aslında doğulu kökenleri çeviri ve ad değiştirme yoluyla gizlenmiş olan Fars bir bilgin, İbn Sînâ olduğunu keşfettim. Bu keşif bende şu soruyu doğurdu: Ruh sağlığı alanındaki diğer hangi temeller göz önünde olduğu hâlde gizlenmiş durumda?
Mezopotamya – Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki efsanevi toprak – 4.500 yıl önce açık bir laboratuvardı. Katipler, yumuşak kil tabletlere kamış kalemlerle yazı yazarak çivi yazısını icat etti; sadece ticaret kayıtlarını değil, aynı zamanda şaşırtıcı derecede ayrıntılı tıbbi kayıtları da geride bıraktılar. MÖ yaklaşık 1900 yılına gelindiğinde, iki büyük el kitabı dolaşımdaydı: Tabletlerden biri semptomları, nedenleri ve sonuçları sıralıyordu; diğeri ise baştan ayağa yüzlerce tedavi yöntemini listeliyordu. Bugünkü modern klinik kılavuzların her biri, bu Babil modeline sözü edilmeyen bir borç taşır.
British Museum’daki bir tablet tamamen miqtu, yani epilepsiye ayrılmıştır. Nöbet türlerini ayırır, uyarı işaretlerini, iyileşme evrelerini ve uykusuzluk ya da güçlü duygular gibi tetikleyicileri not eder – bunlar Batı metinlerinde ancak binyıllar sonra tanımlanacaktır. Babilliler bu nöbetleri cinlere atfetmiş olsa da, her nöbet türünü kendi ismiyle sınıflandırmışlardı; keskin gözlemi mitle harmanlayarak, beyin kaynaklı hastalıklar için erken bir dil yaratmışlardı.
Daha da çarpıcı olanı, bir aşiret reisinin yaşamının nasıl çözüldüğünü anlatan bir vaka raporudur: Servet kaybı, kâbuslar, uykusuzluk, öfke, korku, bitkinlik. Biz bugün buna anksiyete eşliğinde ağır depresyon deriz. Babil’de ise bu durum “kişisel tanrısının öfkesi” olarak adlandırılmıştı. Tanı dinsel olsa da, acının tanımı bugün herhangi bir modern ruh sağlığı kaydında yer alabilir.
Tedavi ikili bir sistem izliyordu. Asû – bitkisel ilaçlar ve cerrahiyle ilgilenen doktor – gözle görülen yaraları merhemler, yağlar ve neşterlerle tedavi ederdi. Ašipu – rahip ve exorcist (cin çıkarıcı) – görünmeyen düzeyde dualar, duman ve muska ile çalışırdı. Kazalardan sonra asû sorumluluğu üstlenirdi; epilepsi, sanrılar ya da takıntılar söz konusu olduğunda ašipu öne çıkar, çoğunlukla birlikte çalışırlardı – günümüzdeki çok disiplinli ruh sağlığı ekiplerinin kadim bir öncüsüydü bu.
Babil yasaları da psikolojik sıkıntıyı tanıyordu. Hammurabi Kanunu, “kafası karışmış” bir kişinin davranışlarıyla ilgili kurallar koymuş ve aile ile tapınağı bakım sağlamaya mecbur tutmuştu. Mezopotamyalılar erken dönemde zihinsel hastalıkların yalnızca bireysel bir sorun olmadığını, toplumsal bir sorumluluk olduğunu kavramışlardı.
Acı, çifte anlam taşırdı – hem bedensel bir alarm hem de ahlaki bir işaret. Bir baş ağrısı, gücenmiş bir tanrının işareti olabilirdi; arınma ritüelleri, adaklar ve bitkilerle dengeyi yeniden kurmak amaçlanırdı. Bu inançlar hâlâ sürüyor: Ortadoğu’daki birçok insan “nazar”dan korkar ya da kırıkçılara gider. Kültür, nasıl hissettiğimizi ve nasıl iyileştiğimizi şekillendirir – Mezopotamya’dan kalma bir miras, hâlâ bize rehberlik ediyor.
Peki bu bilgi neden kayboldu? Aramice, çivi yazısının yerini aldığında ve Büyük İskender entelektüel merkezi batıya kaydırdığında, kil kütüphaneleri sustu. Ancak 19. yüzyılda Avrupalılar bu tabletleri çözebildi. James Kinnier Wilson ve nörolog Edward H. Reynolds gibi araştırmacılar, Hipokrat’tan binyıllar önce Mezopotamya’nın gelişmiş, gözleme dayalı bir ruh sağlığı sistemine sahip olduğunu ortaya koydular.
Bu, yalnızca tarihsel bir bilgi kırıntısı değildir. Modern ruh sağlığı, çoğunlukla genlere ve beyin görüntülerine odaklansa da, anlam, suçluluk ve aşkınlık hâlâ güçlü iyileştirici güçlerdir. Babil tabletleri bize bakımın ilişki, kültürel bağlam ve ortak sorumluluk gerektirdiğini hatırlatıyor. Günümüz kılavuzları psikososyal ve ruhsal boyutlara vurgu yaptığında, asû ve ašipu’nun çalışmalarına yankı düşürmektedir.
Depresyon, derin üzüntü, kaygı ve ağır psikolojik rahatsızlıklar insanlık hikâyesinin her zaman bir parçası olmuştur. Günümüzde, 21. yüzyılda, bu tür durumları bedensel, ruhsal ve toplumsal boyutlarıyla birlikte ele alan bütüncül bir tıbbi veya terapötik yaklaşım; aslında Kürtlerin atalarının toprağı olan Mezopotamya’da, yaklaşık 4000 yıl önce günlük bir uygulamaydı
Dr. Jan Ilhan Kizilhan, psikolog, yazar ve yayıncıdır; psikotravmatoloji, travma, terör ve savaş, kültürlerarası psikiyatri, psikoterapi ve göç konularında uzmandır.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın