Her ulus kendine özgü bir sosyolojik yapıya sahip. Kürtlerin en büyük parçası - hangi hakları elde ettikleri tartışmalı - olan Türkiye Kürtlerinin sosyolojik yapısı ilginçlik arz ediyor. Bu sosyolojik olguyu irdelemekte fayda olduğunu düşünüyorum.
Kuşkusuz, Kuzey Kürtleri diğer parçalara göre özgün bir konuma sahiptir. Yüzyıllık siyasal süreçler ve toplumsal değişim boyutları, diğer parçalara kıyasla ciddi farklılıklar göstermeye başlamıştır. Kuzeylilerin kültürünü, tarihini, kimlik dinamiklerini ve sosyal ilişkilerini sosyolojik bir disiplinle incelediğimizde, bu yapının çağın doğal akışına aykırı, bilinçli ve planlı uygulamalar sonucu zamanla negatif bir değişime uğradığını görürüz.
Kürt kültürünün en önemli dayanaklarından biri Kürtçedir. Kuzeyde Kurmanci ve Zazakî gibi lehçeleriyle Kürtçe, kimliğin ve kültürün taşıyıcısıdır. Dil, sözlü edebiyat, müzik ve hikâye anlatıcılığı gibi alanlarda canlılığını korur. Dengbêjlik geleneği, Kürt kültürünün temel taşlarından biridir. Dengbêjler; destanlar, hikâyeler ve türküler aracılığıyla tarih, mitoloji ve toplumsal değerleri nesilden nesile aktarır. Bu, yazılı kaynakların sınırlı olduğu dönemlerde bile kültürün devamını sağlamıştır.
Kürt müziği, duygusal derinliği ve çeşitliliğiyle kültürün güçlü bir ifadesidir. Saz, erbane, tembûr gibi enstrümanlarla icra edilen müzikler hem bireysel hem de kolektif duyguları yansıtır.
Şakiro, Eyşe Şan, Huseyno, Xerapete Xaço ve daha yüzlercesi klasik dengbêjlik sanatının yorumcuları iken Şivan Perwer, Ciwan Haco gibi sanatçılar, bu geleneği modern dünyaya taşımıştır. Kuzeyde partilerin ve liderlerin de dayandığı ve yeterince beslenemedikleri Kürt kültürü ve derin sosyolojisidir. Cumhuriyetle başlayan Kürt düşmanlığı ve yoğun asimilasyona rağmen Kürtlerde asimilasyonun istenilen düzeye gelmemesi, Kürt kültürünün ve genelde sosyolojisinin derinliğinin ve zenginliğinin yeterince anlaşılmamasından kaynaklandığını söylemek bir abartı olmaz.
Bu anlamda Ziya Gökalp ve daha sonraki sosyologlar, özellikle Cumhuriyet ekolu ve gazete çevresi İlhan Selçuk, Uğur Mumcu gibi yazar ve gazeteciler "Doğuda feodalite sorunları" temasıyla Kürt kültürünün kolay asimile edilebileceğini ummuş fakat yanılmışlardır.
Türk devletinin kuruluş süreçlerinde Kürt milleti, geleneksel olarak aşiret (eşîr) temelli bir yapıya sahipti. Bu yapı, bin yıllardan kalma milli değerleriyle sürdürülen bir yaşam biçimi ve alan korumaları ile varlıklarını devam ettiriyorlardı. 1925'te Azadi hareketi, Xalid Beg ve Şeyh Said öncülüğünde, Kürtlerin yok sayılmasına karşı başlatılan örgütlü yapı, Lozan'da bir itiraz olarak ortaya çıktı. Ancak Türk devleti, bu itiraza çok sert düşmanlık politikalarıyla karşılık verdi, büyük kitlesel katliamlar yaptı ve bu süreç derin bir toplumsal travma yarattı.
On binlerce çocuk, yaşlı ve direnişçinin katledildiği Dersim katliamı sonrasında da Kuzeyli Kürtlerde yaşanan sosyolojik değişimler, farklı boyutlarıyla çeşitli eserlerde işlenmiştir. İnceleme, araştırma, şiir, destan, roman, belgesel, öykü ve filmlerle bu hafıza gelecek nesillere aktarılmış ve kolektif bilince kazınmıştır.
Şeyh Said isyanının ardından 1937-1938 yıllarında gerçekleşen Dersim katliamı, Türkiye'nin erken döneminde Kürt toplumunu derinden etkileyen iki büyük olaydır. Bu katliamların sürecinde ve sonrasında, Kürt milliyetçiliği motifleriyle başlayan köklü sosyolojik dönüşümler yaşanmıştır. Bu değişimler; aşiret yapılarının zayıflaması, zorunlu göçler, kültürel asimilasyon politikaları, travma ve kolektif hafızanın oluşması gibi olguları kapsamaktadır. Kürt milletinin yok sayılmasına itiraz, komplolarla bir isyan varmış gibi gösterilerek devlet tarafından büyük katliamlara gerekçe yapılmıştır. Hareketin önderlerinden 47 lider idam edilmiş, naaşları kaybolmuş ve Kürt toplumunu kontrol altına almak için inkârcı ve ırkçı yöntemlerle militarist tedbirler uygulanmıştır.
Bu durum, toplumun sosyal yapısında kalıcı kırılmalara yol açmıştır. Bu süreç, Kürt aşiret liderlerini ve dini otoriteleri hedef alarak geleneksel liderlik yapılarını önemli ölçüde zayıflatmıştır. Tribal (aşiretler arası) bölünmeler artmış; örneğin, Cemilpaşazade ailesi gibi bazı aşiretler hükümeti desteklerken, Xormek ve Herkî gibi diğerleri harekete karşı çıkmıştır. Bu da aşiretler arası ittifakları zayıflatmıştır.
Binlerce Kürt, Rojava'ya kaçarak Fransız mandası altında vatandaşlık almıştır. İlerleyen dönemde ise köylerin yıkılması, sürgünler ve deportasyonlar yaygınlaşmıştır. 1925'te hazırlanan Şark Islahat Raporu, Kürtlerin Türkleştirilmesini savunmuş ve bu politika, Kürt nüfusunu batıya doğru dağıtmıştır. Genel olarak, devletin katliamlar sonrası yarattığı isyan algısı neticesinde uygulanan şiddet (etnosid olarak nitelendirilen köy yakmaları ve sürgünler), Kürt toplumunun kamünal yapısını parçalamış ve asimilasyon politikalarını hızlandırmıştır.
1930'lu yıllardan itibaren Türkleştirme çalışmaları kapsamında Kürtçenin ve Kürt müziğinin yasaklanması ilk başlarda şok edici nitelikte etkili olmuş, ancak bu yasaklar, zaman içinde sebep-sonuç ilişkisi bakımından tepkisellik yaratarak Kürt aidiyet duygusunu daha da güçlendirmiştir. Türk politikacılar zaman zaman "Kürt vatandaşlarımız", "Kürtçe yasak değil" veya "Kürt realitesi" gibi kavramlar kullanmış, ancak bu söylemler çözüm üretmemiştir.
Dersim katliamı, Alevi Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgede devlet tarafından yürütülen askeri operasyonlarla gerçekleşmiş ve daha sistematik bir düşmanlık politikasıyla uygulanmıştır. Bu olay, Kürt toplumunda daha derin demografik ve kültürel yıkımlara yol açmıştır. 1934 İskân Kanunu ve 1935-1940 yıllarında Tunceli Kanunu ile Türkleştirme politikaları uygulanmıştır. Dersimli çocuklar, özellikle kız çocukları, yatılı okullara alınarak Türkleştirilmek istenmiştir.
Bu süreç, Kürt toplumunda nesiller arası travma oluşturmuş, topluluklar dağılmış ve geleneksel yönetim sistemleri kısmen eriyip gitmiştir. Bu durum, Kürt milliyetçiliğinin radikalleşmesine zemin hazırlamış; Dersim, Kürt direnişinin devrimci merkezi haline gelmiştir. Dersim soykırımının sürecinde direnişçilerden Alişer ve Rojava'ya kaçarak yurdunda mülteci olan Dr. Nuri Dersimi gibi bilge kişilikler gelecek nesiller için önemli idol kişilikler olmuşlardır.
Sonraları Dr. Şıvan gibi bilge Kürt siyasal şahsiyetlerin önemli rol oynadığını görüyoruz. Ancak devlet, Kürt ulusal bilinci gelişmesin diye solculuk yoluyla bir müdahalede bulunmuştur. Bunlardan farklı olarak sol örgütler arasında hem Kemalizm eleştirileri hem de Kürt ulusunun kaderini tayin hakkı konusunda son derece kararlı olan İbrahim Kaypakkaya, Dersim'e özel olarak dayatılan Kemalizm'e karşı da etkili bir kişilik olarak öne çıkmıştır. Son yıllarda bazı araştırmacılar ve sivil toplum örgütleri, katliamın tanınması için mezar keşifleri, katliam raporları, sanatsal çalışmalar, belgesel ve film çalışmalarıyla kolektif hafızayı canlandırmıştır.
Özellikle göçler, kırsal Kürt toplumunu şehirleşmeye zorlayarak geleneksel tarım ve göçebe yaşamı kısmen bozmuş, aile yapılarını önemli ölçüde parçalamıştır. Bu uygulamalar, karşı tepkiselliğe yol açarak Dersim'in birçok Kürt hareketinin militan ve öncü kadrolarını ortaya çıkarmasına neden olmuş ve Kürt milletinde yurtseverliği hızlandırmıştır. Ancak devlet baskısı, katliamlar ve yoğun tutuklamalar, kolektif travmayı da derinleştirmiştir. Sosyolojik olarak, aşiret bağlarının zayıflaması ve devlet hâkimiyetinin artması, Kürt kimliğinin politize olma sürecini 1970'li yıllarda ivmelendirmiştir.
Dünyada gelişen ulusal bağımsızlık mücadelelerinden esinlenen Kürt hareketleri bu süreçte ortaya çıkmıştır. Kentleşme ve göç süreçleriyle bu yapı kısmen dönüşmüştür. Aşiret bağları bazı bölgelerde hâlâ etkiliyken, şehirlerde bireysellik ve çarpık sınıf temelli ilişkiler ön plana çıkmaktadır. Aile, dayanışma ve kolektif hafıza, Kürt sosyolojisinde önemli bir yer tutar; ancak kentleşme ve değişen üretim ilişkileri karşısında aile ilişkilerinin eskisine oranla zorlandığı görülmektedir. Kürtlerin yaşadığı coğrafi konum, sosyal, politik ve ekonomik koşullar, özellikle eğitimin zorunlu Türkçe olması ve 1990'lı yıllardan itibaren televizyonculuğun yaygınlaşmasıyla farklı bir boyut kazanmıştır. Bu durum, toplumsal davranışları, değerleri ve değişim süreçlerini, yozlaşmayı ve özellikle asimilasyonu hızlandırmıştır. Kürt sosyolojisinin temel özelliklerinin merkezinde Kürt kimliği yer alır.
Kültür, tarih ve ortak bir aidiyet duygusu etrafında doğal bir şekillenme vardı ve devam etmekteydi. 1970'li yıllarda ortaya çıkan Kürt örgütleri sol ideolojiyi benimserken Kürdistan ülküsünü ve kurtuluşunu, hatta bağımsızlığını hedefledikleri halde her nedense asimilasyon politikalarına karşı özel bir müdahale göstermediklerini gözlemliyoruz. Örgüt kadroları aralarında Türkçe konuşmakta, ajitasyon ve propaganda çalışmalarını ezici ağırlıkta Türkçe yapmaktaydılar.
Türkiye'de yaklaşık 35 milyon Kürt'ün kimliğinde "Türk" yazmakta ve kimliklerin fonunda Türk bayrağı yer almaktadır. Ne yazık ki bu sahte kimliği kuzeyli Kürtler yüzyıldır taşımaktadırlar. Zaman içinde dağların, vadilerin, köy, kasaba ve kentlerin isimleri Türkleştirilerek buranın bir Türk yurdu olduğu algısı yaratılmak istenmiştir. Kürtlerin ana dillerinde eğitim alamaması ve zorunlu Türkçe eğitim, zamanla algısal ve fiziksel anlamda asimilasyona yol açan tehlikeli bir sürece sürüklemiştir.
Okullarda Kürtlere ait tüm değerlerin inkâr edilmesi ve her şeyin Türklere ait olduğunun empoze edilmesi, asimilasyonun başka bir boyutunu oluşturmuştur. Kürt sosyolojisi, siyasal mücadelelerden bağımsız düşünülemez. Kürtlerin yaşadığı bölgelerde devlet politikaları, Kürt toplumunun sosyolojik yapısını şekillendirmiştir. Örneğin, 1970'li yıllarda Kürt hareketleri hem ulusal kimlik bilincini güçlendirmiş hem de toplumsal cinsiyet rolleri gibi konularda değişimlere yol açmıştır.
Kürt sözlü edebiyatı olan ve aynı zamanda destansı ve müzikal olan dengbêjlik, müzik, mitoloji ve folklor, Kürt sosyolojisinin hem kadim hem de temel taşlarından biridir. Bu değerler Kürtlerin tarihsel belleğini ve direnç kültürünü yansıtır. Aynı zamanda, modern medya ve sanat, genç nesillerin kimlik algısını yeniden şekillendirmektedir. Zorunlu göç, savaş ve ekonomik nedenlerle Kürtler hem Türkiye'nin batı illerine hem de Avrupa'da diasporaya zorlanmış; bu durum, büyük sosyolojik hareketliliklere yol açmıştır. Bu, Kürt sosyolojisini küresel bir bağlama taşımış, yeni kimlik biçimleri ve dayanışma ağları oluşturmuştur.
Kadınların Kürt hareketlerindeki aktif rolü, geleneksel cinsiyet rollerini dönüştürmüştür. Gençlik ise hem modernleşme hem de politik bilinçlenme açısından önemli bir aktördür. Kürt sosyolojisi, bu dinamikleri tarihsel ve karşılaştırmalı bir perspektifle ele alan Dr. İsmail Beşikçi'nin önemli eserleriyle zenginleşmiş ve Beşikçi, Kürt ulusu içinde saygın bir bilim insanı olarak kabul edilmektedir. Tüm bu olumlu gelişmelere karşın devletin Kürt sosyolojisi karşısındaki acizliği barizdir; fakat devlet, Kürt örgüt ve partilerine sızarak ideolojik ve politik yönelimlerini hem sol hem de din yoluyla Türkiyeliğe evirmesini başarmasının sancıları yaşanıyor.
Not: Yazı devam edecek
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın