Cumhuriyet’in ilk yıllarında Genel Müfettişlikler: Konum, işlev ve Dersim örneği

19-11-2025
Hüsamettin Turan
Etiketler Dersim 1937-1938 İsmet İnönü katlim
A+ A-

1919 sonrasında Kürdistan’ın sömürgeleştirilme çabalarına karşı yer yer örgütlü direnişlere rastlanmaktadır. Güney Kürdistan’da İngiliz işgaline karşı sürekli direnişin varlığı dikkat çekicidir. Lozan Antlaşması sonrası süreçte de bu direnişler devam etmiştir. Kürt milletinin temel motivasyonu kendi kaderini tayin hakkını kullanma mücadelesiydi. Ancak bu mücadeleler, dönemin en büyük emperyal güçleri olan İngiltere ve Fransa’nın, bölgesel müttefikleri Kemalist iktidarı ve İran Şahı Rıza’yı kullanarak kanlı bir şekilde bastırmalarıyla sonuçlanmıştır.

1925 yılının başlarında başlayan yeni dalga direnişlere karşı hükümetin yanıtı sıkıyönetim ilanı olmuştur. 4 Mart 1925’te Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunun kabul süreci, dönemin siyasi dengelerini göstermesi açısından dikkat çekicidir. Mecliste 287 üye bulunmasına rağmen oylamaya yalnızca 144 üye katılmış; 122 kabul ve 22 ret oyuyla kanun geçmiştir. 143 vekilin oturuma katılmamış olması, muhalefetin etkili bir direniş sergilediğini göstermektedir.

Ardından 31 Mart 1925 tarihli kanunla, örfi idare mahkemelerinin kararlarının ordu ve kolordu komutanlarının onayıyla derhal infaz edilmesi kabul edilmiştir. Böylece olağanüstü hukuk rejimi, kalıcı bir baskı mekanizması haline gelmiştir.

Bu gelişmelerin ardından, Kürdistan’daki ulusal direnişler bastırıldıktan sonra 27 Haziran 1927 tarihinde ilk Genel Müfettişlik kurulmuştur. Diyarbakır, Urfa, Mardin, Siirt, Van, Bitlis ve Hakkâri’yi kapsayan bu birinci bölgeye daha sonra Ağrı da eklenmiştir. İlk genel müfettiş olarak İbrahim Tali Öngören atanmış; ardından Hilmi Ergeneli, Abidin Özmen ve Avni Doğan bu görevi üstlenmiştir.

1934 yılında kurulan ikinci bölge Genel Müfettişliğine önce İbrahim Tali Öngören, daha sonra Abidin Özmen atanmıştır. 1935 yılında İsmet İnönü’nün birinci bölgeyi ziyaretinden sonra üçüncü bölge müfettişliği kurulmuş; Erzurum, Kars, Gümüşhane, Erzincan, Trabzon ve daha sonra Ağrı’yı kapsayan bu bölgeye Tahsin Uzer atanmıştır.

En nihayetinde 1936 yılında, uzun yıllardır hazırlanan raporlarda “çıban başı” olarak nitelendirilen Dersim için dördüncü bölge müfettişliği tesis edilmiştir. Elazığ, Bingöl, Erzincan ve Tunceli illerini kapsayan bu bölgeye, gönüllü olarak başvuran Abdullah Alpdoğan atanmıştır.

Genel müfettişlerin yetkileri son derece genişti; valilerin ve ordu komutanlarının üzerinde konumlandırılmışlardı. Bölgedeki tüm devlet görevlilerinin atanması, görevden alınması ve idari işleyişin düzenlenmesi onların kontrolü altındaydı. Resmî söylemde, genel müfettişliklerin kuruluş gerekçesi emniyet, asayiş ve idari koordinasyon olarak belirtilmekteydi. Ancak uygulamada asıl amaç, Kürdistan’daki yerel egemenlik yapılarını zayıflatmak, merkezi otoriteyi pekiştirmek ve asimilasyonu kurumsallaştırmaktı.

CHP Genel Sekreteri ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın 1935’teki parti kongresinde “Şeyh Sait isyanı” gerekçesiyle bu kurumların kurulduğunu ifade etmesi, müfettişliklerin siyasi niteliğini açıkça ortaya koyar. Abidin Özmen’in açıklamaları da bu durumu doğrular niteliktedir. İkinci bölge için bayındırlık ve imar gerekçesi öne çıkarılmış olsa da, Trakya’nın daha önce sürgün bölgelerinden biri olması ve bu bölgenin de denetim altında tutulma gereği, asıl amacın yine kontrol ve gözetim olduğunu göstermektedir.

Genel müfettişliklerin esas görevleri, görünürdeki idari düzenleme işlevlerinin çok ötesindedir. Sömürge yönetimlerinin temel stratejilerinden biri olan yerel egemen güçlerin zayıflatılması, bu kurumların asli hedefi olmuştur. Direnç noktalarının kırılması; yerel elitlerin ya rejime bağlı kılınarak ajanlaştırılması ya da sürgün ve imha yoluyla yok edilmesi politikası izlenmiştir. Sanayi sınıfının gelişmediği, işçi sınıfının zayıf olduğu sömürge toplumlarda ulusal değerleri savunan kesimler genellikle bu yerel egemenlik yapılarına dayanıyordu. Dolayısıyla onları tasfiye etmek, devletin sömürgeci politikalarının ön koşulu olarak görülmüştür.

25 Aralık 1935’te kabul edilip 2 Ocak 1936’da yürürlüğe giren Tunceli Kanunu ile 6 Ocak 1936’da kurulan dördüncü bölge Genel Müfettişliği, özellikle Dersim’deki uygulamalarıyla öne çıkmıştır. Dr. Nuri Dersimi’nin anılarında aktarılan tanıklıklar, devlet görevlilerinin keyfi uygulamalarını ve hukuksuzlukları gözler önüne sermektedir.

Elazığ valisi Fahri Bey’in “Kanun? Kanun ne kanunu? Hangi kanun? Kanun’un içine tüküreyim. İki dudağımızın arasından çıkan her söz kanundur.” sözleri, hukukun askıya alındığını ve kişisel iradenin yasa yerine geçtiğini göstermektedir. Benzer şekilde, bir savcının Dersim’de “Bu keyfi rejimde bir komutan gelip seni evinden alacak, biraz yürüdükten sonra vuracak; arkasından da ‘kaçıyordu, vurduk’ diyecekler.” sözleri, sistemin şiddet ve imhaya dayalı niteliğini yansıtmaktadır.

Genel müfettişliklerin uygulamaları, Kürt toplumunun ekonomik, toplumsal ve kültürel yapısını ağır biçimde tahrip etmiştir. Abidin Özmen’in “Asayiş ve güvenlik ilişkilerinde, doğudaki genel müfettişlerin Cumhuriyet devrinde yaptıkları hizmeti milli tarihin takdirle kaydetmesi lazımdır.” sözleri, devletin kendi bakış açısını özetlerken, bu politikaların Kürt milletine derin yıkımlar getirdiğini göstermektedir.

Dersim örneği, Cumhuriyet’in ilk on–on beş yılında kurulan genel müfettişliklerin, resmî söylemden farklı olarak baskı, kontrol ve asimilasyon politikalarının araçları haline geldiğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu dönem, Kürt toplumunun hafızasında imha, sürgün ve zorunlu entegrasyonla anılmakta; tarihsel açıdan eleştirel bir bakışla yeniden değerlendirilmesi zorunlu olmaktadır.

Kaynakça

 Dr. Nuri Dersimi (Baytar Nuri), Hatırat.

İsmail Beşikçi, Kürdistan Tarihinde Dersim ile Tunceli Kanunu (1935).

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli