Ortadoğu'da siyasal gelişmeler çoğunlukla spontane olaylar gibi sunulsa da, her bir kriz uzun vadeli hesapların, jeopolitik mühendisliğin ve istihbarat destekli planlamaların ürünüdür. Son on yılda yaşanan gelişmeler bu gerçeği giderek daha görünür hale getirmiştir. Özellikle İsrail'in İran'ı kuşatma stratejisi çerçevesinde Suriye, Hizbullah, Hamas ve benzeri yapılar üzerinde kurduğu baskı, bölgedeki birçok aktörün pozisyonunu yeniden belirlemesini zorunlu kılmıştır. Türkiye de bu süreçte hem kendi iç denklemine hem de uluslararası müttefiklik ilişkilerine uygun yeni bir pozisyon alma ihtiyacı hissetmiştir.
İsrail'in temel stratejisi, İran'ın direniş ekseni olarak adlandırılan hattını zayıflatmak ve bu eksenin taşıyıcı sütunlarını diskalifiye etmektir. Bu bağlamda Suriye yönetimi, Hizbullah ve Hamas gibi aktörler, doğrudan ya da dolaylı müdahalelerle etkisizleştirilmek istenmiştir. Bu eksiltme stratejisinde Türkiye'den beklenen ise, uzun süre sahada tutmakta beis görmediği PKK gibi vekil güçleri devre dışı bırakması ve istihbarat aracılığıyla yönettiği ağları yeniden düzenlemesidir. Türkiye'nin buna verdiği yanıt, iç kamuoyuna çözüm süreci olarak lanse edilen fakat esasen uluslararası güvenlik pazarlıklarının ürünü olan stratejik bir geri çekilme oldu.
PKK'nin 2013-2015 arasında sahadan çekilmesi, bu dönemde bölgeye ilişkin yürütülen daha büyük güvenlik planının parçasıdır. Türkiye, olası uluslararası baskı ve yaptırımlardan kaçınmak için bu süreci barış olarak kodladı. Ancak süreç, aktörlerin yeniden konumlandırıldığı ve PKK'nin tarihsel konumunun kısmen tasfiye edildiği bir yeniden yapılandırma süreciydi. Bu dönemde MİT'in sahadaki başat rolü, yalnızca örgütle müzakereler yürütmekle sınırlı kalmadı; aynı zamanda örgütün ideolojik kodlarının yeniden inşa edilmesinde de belirleyici oldu. Bir istihbarat görevlisinin tarihi lider gibi sunulması, klasik devlet aklının örgütler üzerindeki nüfuzunu meşrulaştıran sembolik bir müdahaleydi.
Türkiye'nin Hamas-İsrail savaşında aldığı pozisyon da bu yeniden yapılandırmanın dış ayağını oluşturur. Türkiye, retorik düzeyde Hamas'ı destekleyen açıklamalarda bulunsa da, pratikte İsrail için bir lojistik ambar gibi çalışmış; Katar'dan gelen yardımın Gazze'ye aktarımında Batı'nın koordinasyon ortağı olmuştur. Bu yapıcı katkı, Türkiye'ye Batı nezdinde itibar kazandırmış, karşılığında sahadaki pozisyonundan şerefli bir geri çekilme ile ayrılma imkânı tanımıştır. Böylece Türkiye hem Batı'yla uyumlu görünmüş hem de iç kamuoyunu barış, çözüm ve vicdan temaları etrafında konsolide edebilmiştir.
Son İran gelişmeleri ve bölgesel yansımalar
İran'da son yıllarda yaşanan gelişmeler de bölgedeki stratejik hesaplamaları yeniden gözden geçirmeyi zorunlu kılmıştır. Ekonomik sıkıntıların, uluslararası yaptırımların ve nükleer anlaşma sürecindeki tıkanıklıkların derinleşmesi, rejimde belli bir kırılma noktasını işaret etmektedir. Özellikle iç siyasette, halk arasında yayılan memnuniyetsizlik ve protestolar - Mahsa Amini olayının yarattığı uzun soluklu tepkiler bunun en somut örneklerindendir - devletin otoriter yapısına yönelik baskıyı artırmış, rejimin dış politika duruşunu güçlendirmeye yönelik radikal adımlar atmasına zemin hazırlamıştır.
İran'ın bu iç türbülansları, bölgedeki vekil ağlarına olan bağımlılığını daha da artırmış; Suriye'deki askeri varlık, Lübnan'daki Hizbullah ilişkisi ve Irak'taki milis yapıları aracılığıyla etkisini korumaya çalışmıştır. Ancak bu vekil ağlar da artık İsrail'in gelişmiş teknolojik saldırı stratejilerinin hedefi haline gelmiştir. İran'ın Şam'daki konsolosluğuna yapılan saldırı, Tahran açısından doğrudan savaş tehdidi olarak okunmuştur. Buna verilen sınırlı askeri yanıt, İran'ın hem caydırıcılık kapasitesinin hem de bölgesel manevra alanının daraldığını göstermiştir.
Bu gelişmeler, İran'ın sadece kendi iç dinamiklerinde bir kriz ortamı yarattığı gibi, bölgedeki güç dengeleri üzerinde de etkili olmuştur. İsrail, İran'ın nükleer programı ve bölgedeki nüfuzunu genişletme çabalarını, bölgesel rakiplerinin riskini artıran bir unsur olarak görmekte; buna karşılık, İran'ın yeni dış politika hamleleri ise daha mütevazı bir dış profille kademeli olarak yeniden konumlanma stratejisinin parçası olarak değerlendirilmektedir. İran yönetimi, hem ekonomik baskılara karşı iç dayanışmayı sağlama çabasını hem de bölgedeki ittifak ilişkilerini yeniden yapılandırma girişimlerini hızlandırırken, bölgesel aktörler bu gelişmeleri dikkatle izlemektedir.
Stratejik geri çekilme ve yeni savaş alanları
Bölgede yaşanan bu çok katmanlı dönüşüm sürecinde, doğrudan silahlı çatışmaların ötesinde, medya, istihbarat operasyonları ve diplomasi alanlarındaki mücadeleler de giderek belirleyici hale gelmiştir. Türkiye'nin son on yılda benimsediği pozisyon, onu bu yeni savaş biçimlerine uyum sağlayan bir aktör haline getirmiştir. Hem iç politikada dengeleri yeniden kurma hem de uluslararası alanda barış ve çözüm söylemleri etrafında ittifaklarını perçinleme çabası, Türkiye'nin stratejik geri çekilme pratiğinin en önemli örneklerindendir.
Bu çerçevede İran'daki gelişmeler de, bölgenin jeopolitik yapısını yeniden yazarken, devletlerin doğrudan çatışmalardan ziyade dolaylı güç savaşları yoluyla konumlarını güçlendirme stratejisini ortaya koymaktadır. Türkiye'nin PKK'ye biçtiği yeni rol, İsrail'in İran kuşatma stratejisindeki pozisyonu, Hamas'a yönelik taktiksel işbirlikleri ve istihbarat mimarisindeki dönüşüm; hepsi aynı haritanın farklı detayları olarak karşımıza çıkmaktadır. Gerçek aktörler, yeni stratejik hamlelerle gündeme gelirken, kamuoyu ise zaman zaman bu derin hesaplamaların altında yatan çelişkileri göz ardı ederek sadece gösteriyi alkışlamaktadır.
Stratejik sessizlik ve algı yönetimi
Bugün, bu süreci hâlâ barış çabası olarak değerlendiren bazı Kürt siyasal çevreleri ve kalemşörleri, stratejik hesapların ve istihbarat denklemlerinin farkında olmaksızın yüzeysel analizler üretmektedir. Bu yaklaşım, yalnızca politik saflıkla açıklanamaz; aynı zamanda devletin yürüttüğü psikolojik operasyonların etkisini de yansıtır. Kürt kamuoyu, duygusal olarak bağlandığı aktörlerin yönlendirmesiyle süreci gerçeklikten kopuk biçimde yorumlamaktadır.
Ortadoğu'da siyaset, hiçbir zaman tesadüflere dayanmaz. Her aktör, görünmeyen bir satranç tahtasında hamle yapmaktadır. Türkiye'nin stratejik geri çekilme pratiği, onu hem Batı'ya yakınlaştırmış hem de içerideki muhalefeti yönlendirme kapasitesini güçlendirmiştir. İsrail'in İran kuşatması, vekil savaşlarının ötesine geçerek doğrudan çatışma olasılığını artırmaktadır. İran ise, iç baskıların ve dış tehditlerin arasında sıkışmış bir denge oyununa mahkûm kalmaktadır.
Bütün bu gelişmeler, bölgenin önümüzdeki dönemde sadece askeri değil, aynı zamanda psikolojik, dijital ve ideolojik düzlemlerde de yeniden biçimleneceğini göstermektedir. Sessiz kalanlar, en çok sözü olanlardır; çünkü Ortadoğu'da gerçek aktörler, en çok sustuklarında konuşurlar.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın