Selim Berekat, "Ben yeryüzünde asla bir çocuk ayaklarıyla yürümedim" cümlesiyle başlıyor ve çocukluğundan itibaren hayat hikayesini anlatıyor.
Bu röportajda daha önce ne bizim ne de sizin bildiğiniz pek çok şeyi okuyacaksınız; bunlar dürüst bir kalpten dökülüp yazılı cümlelere dönüşenlerdir. Biz lafı daha fazla uzatmadan, Selim'in kendi hikayesini size anlatması için sözü ona bırakıyoruz.
Bu derinlikli söyleşi, akademisyen ve yazar Huda Fahreddin (Huda Fexredîn ) tarafından Arapça olarak gerçekleştirildi. Metin, yazar Besam Mistefa tarafından Arapçadan Kürtçeye ve Necmi Orta tarafından Türkçeye çevrilerek yayına hazırlandı.
Aşağıda, hem röportajı gerçekleştiren Huda Fahreddin’in hem de çevirmen Besam Mistefa’nın bu sürece dair kaleme aldıkları ön sözleri ve Selim Berekat’ın edebiyat dünyasındaki yerine dair kapsamlı bir portreyi bulacaksınız.
Röportajı yapan Huda Fahreddin'in önsözü
Yıllarca onun hakkında doğrudan bir iletişim kurmadan yazdıktan sonra, Selim Berekat ile ilk işbirliğim El-Kewn Def'eten Wahide (Evren, Tek Seferde) kitabı oldu. Bu kitap, onun bizzat seçtiği yeni şiirlerinden oluşan bir derlemenin çevirisiydi. Bunun ardından, 2022 sonbaharı ile 2023 yazı arasında birkaç ay süren uzun bir diyalog süreci başladı.
Berekat'ın bana cevap vermesini sabırsızlıkla bekliyordum. Bu bizim ilk telefon görüşmemizdi ve telefon çalar çalmaz kendimi hazırladım; karşısında dilbilgisi hatası yapmaktan korkuyordum. Nedenini bilmiyorum ama konuşmanın fasih Arapçayla, Berekat'ın o yoğun ve heybetli fasih Arapçasıyla geçeceğini hayal ediyordum. Elbette öyle olmadı.
Kulağıma yumuşak, uzak, hatta utangaç diyebileceğim bir ses geliyordu. Soruları uzatmaktan, ailem, kızım ve hangi yemekleri yapmaktan hoşlandığım hakkında sorular sormaktan mutluluk duyuyordu. Artık tamamen evcilleşmiş olan kendi dünyasından bahsetmek hoşuna gidiyordu; yemek tariflerini, pazara gidişini ve ailesinin ritüellerini anlatıyordu.
Ona, "Edebi projenin amacını nerede görüyorsun?", "Arapça mensur şiir tanımın nedir?", "Arap şiir mirasıyla ilişkin nasıl?", "Vezin konusundaki duruşun nedir?" gibi entelektüel sorular sorduğumda tereddüt ediyor, kaçamak cevaplar veriyor ve konuyu değiştirip daha kişisel ve dostane konulara yönlendiriyordu.
Fakat ben daha sonra bu ve diğer pek çok sorunun cevabını yazılı olarak aldım. Telefonda birkaç kez konuşmamıza rağmen, o yazmayı, daha doğrusu kendi el yazısıyla yazmayı tercih ediyordu. Sonrasında eşi ve bu süreçteki rehberimiz Cindy, sayfaları tarayıp e-posta eki olarak bana gönderiyordu. Çok aşamalı, karmaşık ama bir o kadar da uygun bir süreç; zira insan Selim Berekat'tan kolay bir şey yapmasını beklemez!
Sayfalar kenarlarına kadar dolu bir şekilde elime ulaşıyordu; sanki Selim'in o güzel ve ince el yazısıyla ustaca nakşedilmiş gibiydiler. Anahtar kelimeler her zaman tam harekelenmişti ve onun için önemli olan cümlelerin altı çizilmişti. Çoğu zaman Selim cevaplarını kesip araya bana notlar sıkıştırırdı; kenar boşluklarına aceleyle yazılmış notlar: "Huda, sorularını cevapladım, şimdi et pişirmek için bahçeye çıkıyorum" ya da "Bununla birlikte... bugün Cindy'nin doğum günü!"
Yazar olarak Selim Berekat heybetli, karmaşık ve hatta saldırgan biridir. Arzuları sınırsızdır, planları büyüktür; "Evreni, hepsini tek seferde yakalamaktan" daha azına razı olmaz. İnsan olarak ise Selim Berekat sessiz ve mütevazıdır. Tüm yenilgilere, sayısız sürgüne ve bahçesinin dışındaki dünyaya dair o büyük umutsuzluğa rağmen, içindeki çocuğu bir şekilde korumayı başarmıştır.
Mektuplaşmalarımız Ağustos 2023'te, Gazze'deki o vahşi olaylar başlamadan önce sona erdi. Yine de ara sıra ondan ve Cindy'den mesajlar alıyorum; benim ve ailemin durumunu soruyorlar, özellikle de haberler Ekim 2023 sonrası o olağan felaket sağanağından daha karanlık olduğunda.
Kitapta yayınlanan bu röportajda Filistin'den bahsedilmese de, Selim Berekat'ın eserleri ve hayatı; mültecilik, sürgün, göçmenlik ve kayıp vatanların acısı hakkında çok şey açıklar. Selim, 1982'de, İsrail'in Beyrut'u yıkıcı işgali ve Sabra ve Şatilla katliamları sonrasında buna mecbur kalan Filistinlilerle birlikte deniz yoluyla Beyrut'tan Kıbrıs'a gitmeye karar verdi. Erwah Hendesiyyeh (Geometrik Ruhlar - 1987) romanının girişi bu olayı anlatır.
Yıllar sonra, Kıbrıs'tayken Berekat, Mahmud Derviş'in kurucusu ve başyazarı olduğu en önemli Filistin edebiyat dergisi El-Kermel'in genel yayın yönetmenliğini yaptı. Ayrıca Kermel'e bağlı Filistin yayınevi Bisan'ın da gözetimini üstlendi.
Selim Berekat'ın dili, kendi başına yok oluşa karşı bir direniş ve irade ile varoluş üzerine bir ısrardır; öyle bir vatan üzerinedir ki, şu an sadece asi bir dilde var olsa bile, ardından gerçeği dönüştürür. Zira nihayetinde, arkadaşı Mahmud Derviş'in dediği gibi, Filistinlilerin, tıpkı Kürtler gibi, "Rüzgardan başka hiçbir şeyleri yoktur." [1]
Çevirmen Besam Mistefa'nın Önsözü
Bu cevaplarda Selim Berekat, bir yazar portresinin ötesinde bize bir ruh haritası seriyor. Bizim dil katedrallerinin mimarı olarak tanıdığımız o Berekat, aynı zamanda oğlu için ahşap dolap yapan usta bir marangoz ve derin edebi tartışmaların ardından huzurla "Sorularını cevapladım, şimdi et pişirmek için bahçeye çıkıyorum!" diyen ev erkeğidir. Evrensel ile kişisel arasındaki, yaratımın heybeti ile yaşamın sadeliği arasındaki bu ikilik, onu anlamanın anahtarıdır.
Berekat burada yaratıcılığının kökenini açıkça ortaya koyuyor. Edebi babaları bir bir reddediyor ve beklenmedik bir şekilde sinemayı gerçek "babası" olarak adlandırıyor. Bu, onun kaynağının sadece kitaplar değil, bilinçdışında şiirsel bir dile dönüşen hareketli imgelerin ve sahnelerin büyüsü olduğunu gösteriyor. Arapçayı bir miras olarak değil, bir enstrüman olarak seçiyor; sınırlarını sonuna kadar zorluyor ve onu yeniden diriltiyor.
Kendisi şöyle diyor: "Yalnızlık benim tek danışmanımdır." Bu yalnızlık sadece hayatında değil, yaratım sürecinde de hakimdir. Tahta kalemle yazar, dolma kalemle temize çeker, kitap kapaklarını tasarlar ve hiçbir yayıncının metnine müdahale etmesine izin vermez. O sadece yazar değil, aynı zamanda eserinin editörü ve sanatçısıdır.
Sonuç olarak bu cevaplar bizi her şeyin köküne götürüyor: Asla çocuk olamamış o çocuğa, boğucu Şam'dan kaçan o gence ve "ayakları üzerinde yürüyen bir yaradan başka" bir şey olmayan o adama. Selim Berekat'ın kendisi köy olur, anı olur ve sadece dilde kalan o vatan olur.
Metne doğru bir yüzleşme [2]
Selim Berekat, 1951 yılında Rojava’nın Kamışlo şehrinde doğmuş, Kürt şair ve romancıdır. Kamışlo, Rojava’nın etnik, dini ve dilsel açıdan çok renkli bir şehridir. 1999'dan beri yaşadığı İsveç'e yerleşmeden önce Lübnan'da ve ardından Kıbrıs'ta sürgünde yaşamıştır. Bugüne kadar üç otobiyografi, bir savaş anısı ve birkaç çocuk kitabı da dahil olmak üzere 50'den fazla şiir ve düzyazı eseri yayınlamıştır. Arap dünyasında eleştirmenler, akademisyenler ve diğer şairler arasında özel bir üne sahiptir.
Berekat, kışkırtıcı kişiliği ve Arap diliyle olan kavgacı ilişkisiyle tanınır. Selimo (Selim), bir Kürt olarak Arapça yazdığı konusunda ısrarcıdır. Dille olan o sınırsız ilişkisini, hem içeriden biri hem de dışarıdan biri olarak tanımlaması çok açıktır. Arapça onun anadili değildir, ancak elini Arap dilinin gırtlağına atmış ve onu kendisi için bir ev haline getirmiştir.
Diğer şair ve yazarlar da bu iddiayı teyit etmiştir. 2017'de çıkan toplu eserlerinin (El-Dîwan) ikinci cildinin arka kapağında, birçok Arap şair ve yazarın övgü dolu şu sözleri yer alır. Mahmud Derviş şöyle der: "Arap şiiri arenasına saldırdığından beri Selim Berekat farklı bir şiiri müjdeledi."
Nizar Kabbani yazısında Berekat'a seslenerek şöyle sorar: "Mevlana! Sen bize ne bıraktın? Elini Arap şiirinden çek."
Saadi Yusuf da kendini tutamaz ve Berekat'ı "Selahaddin Eyyubi'den sonraki en büyük Kürt" olarak nitelendirir.
Adonis ise bu gerçeği en kısa ve güçlü şekilde ifade eder: "Bu Kürt şair (Selim Berekat) Arap dilini cebinde taşıyor."[3]
Yazı hayatı boyunca Berekat, nadiren kendi kuşağının diğer şairleri gibi davranmıştır. Aksine, medyada nadiren görünen çok özel biri olarak, kasıtlı olsun ya da olmasın, Berekat'ın adı sadece "zor" bir şair olarak değil, "zor" bir insan olarak da ortaya çıkmıştır. Onun yalnızlığı ve edebi çevrelere karışmama isteği, İsveç'e gitmeden önce başlamıştı. Beyrut'tayken bile arkadaşları ve tanıdıkları onun hakkında özel ve çoğu zaman sıra dışı hikayeler anlatırlar. Mahmud Derviş, Zâkire li'n-Nisyân (Unutmak İçin Bir Hafıza) kitabında böyle bir olayı hatırlatır:
"O (Selim Berekat) bir gecede Beyrut'un kültürel hayatını altüst etti. Yazılarını vahşi bir şekilde, yumruklarıyla korur, çünkü o entelektüeller arası diyaloğa inanmaz, bunu sadece boş laf olarak görür. Tabancasını ve belirgin kaslarını taşır, uygun kahvehaneye gider ve gazetenin kültür sayfalarına yazan düşük seviyeli eleştirmenlere pusu kurar; aleyhinde yazdıkları şeyler hakkındaki sözlerini saklamaz. Bir keresinde ona, 'Vladimir Mayakovski de Gorki Caddesi'nde eleştirmenlerine aynı şekilde davranırdı' dedim. O da, 'Tek gerçek eleştiri budur' diye cevap verdi."[4]
Selim Berekat şiirinde ve düzyazısında, anlamı dil perdesinin arkasına kasıtlı olarak gizleyerek "şiirselliğe" ulaşır; tanınmaz hale gelecek kadar yoğun ve sıkı örülmüş bir dil. Biz her zaman anlama kapısının önündeyizdir ve kendimizin fazlasıyla farkındayızdır; Arapça konuşan biri olarak değil, şimdiye kadar elimizden kaçan o şeyi keşfeden biri olarak.

Selim Berakat ile yapılan röportajın tam metni:
Huda Fahreddin: Çocuk olarak kendini nasıl hatırlıyorsun?
Selim Berekat: Belki de ben hiç çocuk olmadım. Ben yeryüzünde asla bir çocuk ayaklarıyla yürümedim. Çevremizdeki büyükler bizi adam ya da yetişkin olmaya, hatta ihtiyar olmaya zorlarlardı. Çocuk olarak, gerçek bir varoluş hissi olmayan bir hayat sürdük.
Huda Fahreddin : Ailende üzerinde en büyük etkiyi bırakan bir ilişki var mıydı?
Selim Berekat: Evet. Evin kalabalığı. Evimiz kaotikti, hiçbir trafik işareti olmadan.
Huda Fahreddin: Annenle ilişkini nasıl tarif edersin, adı neydi? Ondan aklında ne kaldı?
Selim Berekat: Annemin adı Fetûm'dur (Fatıma'nın kısaltması). Onu çok iyi hatırlamıyorum ama onun tatlıya, özellikle Şöbiyet ve Kadayıf'a olan sevgisini asla unutmam. Ona almak için seyyar tatlıcının peşinden koşmam gerekirdi. Tatlıcı büyük metal tepsisini başına koyar ve sokaklarda dolaşırdı. Beni çok yorardı.
Ayrıca annemin soğanla kavrulmuş pazıya olan sevgisi aklıma gelir. Her bahar, bu otu aramak için elimde sepet ve küçük bir bıçakla kırlarda dolaşmam gerekirdi. Bu ottan büyük bir sepet dolusu kavrulduğunda, zorla bir tabağı doldururdu. Evet, günbegün, saatlerce annem için kırlarda pazı (yaban pazısı) topladığım aklıma geliyor.
Huda Fahreddin : Babanla ilişkin nasıldı?
Selim Berekat: Özel bir şey değildi. Babam sade ve dindar bir adamdı; biz 11 çocuğu doyurma derdine düşmüştü. Bazen onunla ava giderdim. 12 milimetrelik tüfeğini getirirdi. Maalesef babam iyi bir avcı değildi.
Huda Fahreddin: Kaç kardeşsiniz?
Selim Berekat: Biz dokuz kişiyiz. Dört kız, dört erkek ve ben.
Huda Fahreddin: Kardeş olarak ilişkiniz nasıldı?
Selim Berekat: Sirk gibiydi! İki odalı bir evde, geniş bir avlusu ve asla büyümeyen bir zeytin ağacıyla 11 kişi.
Huda Fahreddin: Kardeşlerinle ilişkiden geriye ne kaldı?
Selim Berekat: Hiçbir şey kalmadı. Onlar birbirlerine benden daha yakınlar. Ben 20'li yaşlarımın başında evden ayrıldım; isyan nedeniyle ve kendimi o evin boğuculuğundan kurtarma ihtiyacı nedeniyle. Bugün kardeşlerim dünyanın dört bir yanına dağılmış durumda, ikisi cennette bir sığınak buldu; ruhun sığınacak bir yer bulduğunu umduğumuz o yerde.
Huda Fahreddin: Evden ilk ne zaman ayrıldın?
Selim Berekat: 1970'te Kamışlo'dan Şam'a gittim. Ailem daha sonra peşimden geldi. Bir buçuk yıl sonra oradan da ayrıldım ve Beyrut'a kaçtım.
Huda Fahreddin: Köyden aklında ne kaldı?
Selim Berekat: Köyden aklımda kalan şey, benden bizzat aklımda kalan şeydir. Ben köyün hafızası değil miyim? Ben köylü değilim, ben bizzat köyüm.
Huda Fahreddin: Evde ne okurdun?
Selim Berekat: Babamın dini kitaplardan oluşan küçük bir kütüphanesi vardı; birkaç Kuran tefsiri ve bazı Sufi şiirleri. Ama ben okul kütüphanesindeki her şeyi okurdum; ayrıca onların hayranı olan bir kuzenimin topladığı çeviri romanları, özellikle klasikleri okurdum. Elbette Kamışlo Kültür Merkezi'ndeki tüm modern şiirleri de yutmuştum. Bunlar benim ilk kaynaklarımdı.
Huda Fahreddin: Evde hangi dilde konuşurdunuz?
Selim Berekat: Biz sadece Kürtçe konuşurduk.
Huda Fahreddin: Okul nasıldı?
Selim Berekat: Okul mu? Cehennemi kastediyorsun. Çocuklar genellikle okula gitmekten şikayet ederler, en iyi okula gitseler bile. Bir aşağılanma mezbahasına gittiğini hayal edebilir misin? Bazen gözlerimi kapatıyorum ve kendimi, içine girdiğim her okulu yıkan bir dozer olarak hayal ediyorum.
"Suriye'de Kürtçe yasaktı"
Huda Fahreddin: Ailen Kürtçe konuşuyordu ve Arap okulu da cehennemdi, o halde neden Arapça yazmaya karar verdin?
Selim Berekat: Elimde hiç Kürtçe kitap yoktu ve konuşulan Kürtçe de yazmama yardımcı olmuyordu. Üstelik Suriye'de Kürtçe yasaktı. Babamın küçük kütüphanesinde Kürtçe ile ilgili sadece iki kitap vardı. Biri Busiri'nin Kaside-i Bürdesinin (Cübbe Kasidesi) Kürtçe çevirisiydi; peygamberi öven 13. yüzyıla ait ünlü Arapça şiir. İkinci kitap ise Ehmedê Xanî'nin 17. yüzyıla ait Kürt destanı Mem û Zîn'in Arapça çevirisiydi.
Huda Fahreddin: Hangi yaşta yazmayı düşünmeye başladın? İlk yazını hatırlıyor musun?
Selim Berekat: 15 yaşımda klasik şiirin etkisi altında bazı şiirler yazmıştım. Yaratıcılık kıvılcımı ilk kez 17 yaşımda, 1968'de, Neşîd el-enşad el-huzeyranî (Haziran Ezgiler Ezgisi) adlı şiirle çaktı. Bu şiir El-Sevra gazetesinde, yarım sayfa olarak ünlü sanatçı Nezîr Neb'a'nın bir resmiyle yayınlandığında, sevincimden bayılacak gibi oldum.
Huda Fahreddin: O şiirden bir dize aklında mı?
Selim Berekat: Sadece ilk dizeyi hatırlıyorum: "Senin ateşten yüzün, hatunum, buz ve mızraktır."
Huda Fahreddin : Şam'a ilk ziyaretini nasıl hatırlıyorsun, durum nasıldı?
Selim Berekat: Şam, "büyük dünyaya" kaçıştı. Sanat ve özgürlükle ilgili tüm meşguliyetlerim beni oraya götürdü. Benim için Şam, başkent olarak, hayalini kurduğum tüm yazarları, gazeteleri, dergileri ve yayınevlerini ifade ediyordu. Ne zavallı bir rüyaydı! Şehri her açıdan durgun ve baskılanmış gördüm. İktidar korkusu belirgindi, dehşet ve panik havadaydı. Benim şiddetli bir özgürlüğe ihtiyacım vardı, bu yüzden bir buçuk yıl sonra Şam'dan -o kanayan yaradan- ayrıldım ve Beyrut'a gittim.
Başkentten kan geliyorsa, bu tüm ülkenin yara olduğu ve bizim de ayakları üzerinde yürüyen birer yaradan başka bir şey olmadığımız anlamına gelir.
Huda Fahreddin: Şam'daki o bir buçuk yılı nasıl geçirdin? Okuyor muydun yoksa çalışıyor muydun? O deneyimden ne aldın?
Selim Berekat: Üniversitede Arap Edebiyatı okumam gerekiyordu ama benim şiire olan aşkım ve tutkum, gerçek çağrımdı. İsyankardım ve kendimi ilişkilere ve şiir yarışmalarına verdim; tüm bunlar beni üniversiteden uzaklaştırdı. Tek bir derse bile girmedim!
Sonra son uyandırma darbesi geldi: Rejim. O zamanlar Şam'daki her polisin cebinde bir makas vardı ve saçı uygunsuz derecede uzun görülen gençlerin saçını kesme, "yoldan çıkanları terbiye etme" yetkisi verilmişti.
Şiirde hayalini kurduğumuz o özgürlük, sansürün makaslarıyla da karşılaşıyordu. Özgürlüğü ararken Lübnan'a kaçmaktan başka yol kalmamıştı benim için. Oraya varır varmaz ilk yaptığım şey saçımı omuzlarıma kadar uzatmak oldu.
Hatta Mahmud Derviş ile bir fotoğrafımız vardı, ikimizin de saçı uzundu. Gazeteci Semîr el-Sayix 1973'te Adonis'in evinde çekmişti bu fotoğrafı. Küçük bir kardeşim fotoğrafı ödünç almıştı, sonra geri istediğimde, Suriye polisinin evi bastığını ve rejime karşı aktif olan büyük bir ağabeyimin eşyalarıyla birlikte o fotoğrafa da el koyduklarını söyledi. O kardeş ve fotoğraf kayboldular, bir daha görülmediler. O öldürüldü, tıpkı bir diğer küçük kardeşim gibi.
Huda Fahreddin: Beyrut'a gitmek için hazırlık yapmış mıydın yoksa plansız bir kaçış mıydı? Orada arkadaşın var mıydı?
Selim Berekat: Evet, bu son göç için Suriyeli-Ermeni bir arkadaşımla hazırlık yapmıştım. O benden birkaç ay önce Suriye'den çıkmıştı. Suriye'nin Havran bölgesinden olan ve Beyrut'ta hamallık yapan kişilerden mutfaklı küçük bir oda kiralamıştı. O, arkadaşım, bir fırında iş bulmuştu. Yerleşince bana haber gönderdi, ben de yanına gittim. Bu 1971 yılıydı ve o zamandan beri Suriye'ye dönmedim.
Huda Fahreddin : Beyrut'a varışını, şehirle ilk karşılaşmanı hatırlıyor musun? Edebi alanda bağlantıların veya tanıdıkların var mıydı?
Selim Berekat: Beyrut'a ilk vardığımda, Ermeni mahallesi olan ve arkadaşımın yaşadığı Birc Hemûd'daki o fırını aradım. Bir lokantada kızarmış tavuk yedik ve Pepsi içtik. Ne kadar güzel olduğunu hatırlıyorum, tarifsiz bir mutluluk!
Ertesi gün Mewaqif dergisinin yazar kadrosunda olan Semîr el-Sayix'i görmek için El-Enwar gazetesinin ofisine gittim. Birbirimizi tanıyorduk çünkü Mewaqif, Şam'dan postayla gönderdiğim Qunsul el-etfal (Çocukların Konsolosu) adlı şiirimi yayınlamıştı. Ellerine ulaştığında, editör olan Adonis bana yazmış ve "Şiirin benim kafamı karıştırdı ve benim kafam nadiren karışır" demişti.
Semîr el-Sayix'i El-Enwar ofisinde gördüm ve o beni Adonis'in evine götürdü. Adonis, Xalide Seîd ve kızları şaşırmışlardı. "Vay canına ne kadar küçük!" diyorlardı hep bir ağızdan.
Mewaqif ile önceki tek ilişkim Suriye'den gönderdiğim o şiirdi. Onlar şiirimi tanıyorlardı. Beyrut'a vardığımda beni sıcak karşıladılar.
"Selim Berekat ezberlenmesi gereken bir isimdir"
Huda Fahreddin: İlk divanın, Kullû daxilin se-yehtifû lîeclî we kullû xaricin eyden (İçeri giren herkes benim için tezahürat edecek ve dışarı çıkan herkes de), gürültülü bir başlangıçtı. Bu divanın yayınlanma koşullarından bahset. Şiirleri ne zaman yazdın? Onları bilerek mi bu kadar belirgin bir şekilde sıraladın?
Selim Berekat: Şiirleri yazarken bir kitap yazmayı düşünmüyordum ama Adonis gerekli parçaları toplayıp bir divan yapmam konusunda ısrar etti. Bu yüzden şiirleri kendim seçtim ve kapağını tasarladım. İlk divanım böyle oluştu ve Mewaqif yayınladı. Neredeyse tüm Lübnan gazete ve dergileri divanı övdü. Şair ve eleştirmen İsam Mehfûz'un bir cümlesi hâlâ beynimde çınlıyor. Değerlendirmesine şu cümleyle başlamıştı: "Selim Berekat ezberlenmesi gereken bir isimdir."
Huda Fahreddin: Modern şiire dair bu ilk okumalarında seni en derinden etkileyen şairden veya şiirden bahsedebilir misin?
Selim Berekat: 1960'ların sonundaki o ilk coşku, isyancılar olarak modern şiirde gerçekleştirmeye çalıştığımız yenilenme veya diriliş fikrinden doğmuştu. Arkadaşlarımdan ödünç aldığım ve Şam Kültür Merkezi'nde bulduğum şiir kitaplarını okuyordum. O zamanlar okuduğumuz şairler, eleştirel titizliğin azlığı nedeniyle "öncü" olarak adlandırılanlardı.
Biz T.S. Eliot ve Ezra Pound gibi onların kaynaklarıyla karşılaşmadan önce onlar bizim okuma konumuzdu. 1995'te El-Heyat gazetesinde yayınlanan bir makalede bu konuyu yazmıştım. Sanırım adı Öncüsüz Şiir idi.
Yazılarımız ve deneyimlerimiz, Sürrealizm, Sembolizm, Dadaizm, Romantizm gibi çeşitli düşünce akımlarına duyduğumuz derin ilgi ya da daha doğrusu hayranlık nedeniyle ortaya çıktı. Biz her şeyi yuttuk.
Ama ben Arap modernist hareketinin yenilenme iddialarından çabuk umutsuzluğa düştüm. Tevfile (vezin parçası) oyunu, kuralları kırarak yapılan deneyimler ve veznin bazı kısıtlamalarından vazgeçmek kolay adımlardı. Gerçek yaratıcılık alanı bundan çok daha fazlasını istiyordu. Bu modernizasyon projesinin etkileyici derinliği başka yerdeydi; Amerikalı şairlerin eserlerinde ve ayrıca İngiliz, Fransız, Alman ve İspanyollarda.
"Nankör biri gibi görünmek istemem"
Huda Fahreddin: Arap modernist hareketinin ilk şairlerinin "öncü" olarak sınıflandırılmasına itirazın, senin yabancı etkileri keşfetmenden mi kaynaklanıyor? Bu, onların Arap şiirindeki öncülük rolünü reddediyor mu?
Selim Berekat: Bazı şairlerin modern Arap şiirindeki çabasını veya öncülük rolünü reddederek nankör biri gibi görünmek istemem. İlk nesil içinde tereddütlü adımlarla "öncü" şairler ve hala eski yöntemlere teslim olmuş şairler vardı. 20. yüzyılın başında diğer dillerden yapılan şiir çevirileri, bizim modernistlerimizin birleşik bir projeye veya vizyona sahip olmadığını ortaya çıkardı.
Huda Fahreddin: Başlangıçta dikkatini çeken modern şairler kimlerdi?
Selim Berekat: Başlangıçta Iraklı şair Bedir Şakir el-Seyyab dikkatimi çekti. Maalesef hayatı ve yazın hayatı kısaydı. Sonunda dikkatim Adonis, Xelîl Hawî ve hatta Nîzar Qebanî'nin eserlerine yöneldi.
Huda Fahreddin: Adonis başlangıçta seni destekledi ve ilk eserlerin üzerinde etkisi oldu. Onunla veya eseriyle ilişkini nasıl görüyorsun?
Selim Berekat: Gençken Adonis'e hayrandım ama sonra şiiri ve yaklaşımı benim gözüme çok "kolay" göründü.
Huda Fahreddin: Burada "kolay" ile neyi kastediyorsun?
Selim Berekat: Yazıda kolaylığı, okuyucunun eleştirel yeteneklerini görmezden gelmek olarak tanımlıyorum. Yazar, eserini yayınlamadan önce, şiire dair kendi doğruluğunu değerlendirmede ihmalkar davrandığında bu olur. Belki bu ihmal kibirden veya dilinin ve hayal gücünün yeterli olduğu ve okuyucunun kabul edeceği, hatta minnettar olacağı bir şey üreteceği varsayımından kaynaklanır. Yazıda kolaylıktan kastım budur. Yani şair, şöhretine veya okuyucular nezdindeki önceki garantisine güvenerek korkusuzca ve endişesizce yazdığında.
Huda Fahreddin : Zorluk veya kapalılık, tarif ettiğin bu kolaylığın tersi mi? Eminim yazılarının sıklıkla zor olarak nitelendirildiğinin farkındasın. Bunu bilerek mi yapıyorsun?
Selim Berekat: Hayır, amacım zor olmak veya bilerek karmaşıklığın peşine düşmek değil; aksine hayalim, kendimle olan ilişkim -ister açık ister kapalı olsun- ve dili keşfetmem veya araştırmam, bir metinde buluştuğunda karmaşık bir his yaratabilir. Bunun farkındayım. Dili, onda (dilde) daha önce yerleşik veya uykuda olan bir şeyi ortaya çıkaran o forma veya şekle itmekten çekinmem. Dili sınırlarına kadar çekmek benim hakkımdır. Her yaratım karmaşık bir yapıdır ve hiçbir şey basitlik hanesinden -tüm yaratımların kökünden- daha karışık ve karmaşık değildir.
Huda Fahreddin: İlk divanında vezin ve kafiyeyi denedin. O ilk kitapta biçimsel olarak neye ulaşmak istedin?
Selim Berekat: Sadece biçim hakkında konuşmak, şiirin ruhunu sert ve düzensiz bir şekilde parçalamaktır. Şiir yekpare bir bütündür, bir tamamlayıcılıktır.
Huda Fahreddin: Peki, biçim değil de yapı (strüktür) diyelim. Yapı ve tasarımla meşgul olduğun açık.
Selim Berekat: Şiir, derin bir temel üzerine kurmaya ve giderek genişletmeye çalıştığım bir inşa sürecidir; çökmesinden korkmadan bir katedrale ağır eklentiler yapmaya çok benzer.
"İmkansız bir hayal ama vazgeçmiyorum"
Huda Fahreddin: Bu katedrallerine, örneğin Suriye ve Tüm Kapılar gibi uzun şiirlerine dikkat ediyorum. Onların yapısını nasıl kuruyorsun?
Selim Berekat: Uzun şiirlere eğilimim var. Tüm evreni, hepsini tek seferde yakalama arzum var. Bunun bir metin için imkansız bir hayal olduğunu biliyorum ama vazgeçmiyorum. Sürekli çabalıyorum. Romanlarda ve şiirlerde de, her birinin ustaca bir tasarıma, evet, bir katedral gibi olmasını istiyorum. Şiirde de düzyazıda da kendimi tavizsiz, sıkı bir mühendisliğe bağlıyorum. Okuyucularımı iyi tanırım. Onlar zekidir. Onları kandıramam.
Huda Fahreddin: Yazıda babalarının veya öncülerinin olmadığı konusunda ısrarcısın. Ben bunun olabileceğine inanmıyorum, özellikle de doyumsuz bir okuyucuyken. Öyleyse neden şiirsel projeni daha geniş bir çerçeveye veya böyle bir mirasa yerleştirmeye direniyorsun?
Selim Berekat: Neden bana "yazıdaki annem" veya "yazar kadınlar kabilem ya da kadın öncülerim" hakkında hiç soru sorulmuyor? Ama sorunu anlıyorum ve seni şaşırtacağım. Gerçekte hiç kimsenin babası olmayan bir babam var. Bu köken üzerinde ne kadar ısrar etsem de bu baba asla benim babam olmayacak. O temelde baba değildir. Ben onu babalığından mahrum edebilirim. İstersem, bunun yerine onu oğlum yapabilirim...
Sana bir hikaye anlatayım. Dört yaşımdayken kuzenim beni ilk kez sinemaya götürdü. Bir Western filmiydi. Başka bir sefer bir korku filmi izledik.
Ondan sonra, para biriktirip sinemaya gitmek için mümkün olan her yolu kullandım. Her filmi izlemeye çalışıyordum. Beyrut'a gittiğimde, ülkemde yasaklanan filmleri telafi ediyordum ve her gün, aksatmadan sinemaya gidiyordum. Pazar günleri üç film izlerdim. İç savaş sırasındaki birkaç gün dışında, film izlemeden asla uyumadım. "Filmlerin ansiklopedisiyim" iddiasında bulunmaktan çekinmem.
Biliyorum ki senin "babalar"dan kastın benden önceki usta yazarların eserleri ve onların üzerimdeki etkisiydi. Bunu anlıyorum. Beyrut'a vardıktan bir hafta sonra bir yayınevinde iş buldum; önce musahhih (düzeltmen), kısa süre sonra da Dar 'Ewdede editör olarak. Dar 'Ewde, o dönemin birçok büyük Arap şairinin toplu eserlerini basan ünlü bir yayıneviydi. Bu beni bir hazineye ulaştırdı. Editör olarak diğer yayınevlerinden ucuza kitap alabiliyordum.
Kıyıdaki her taşa acısından bir parça hediye eden deniz köpüğü gibi okumaya açtım. Rejimi yasaklamada, çeşitli kısıtlama ve sansür yöntemlerinde ustalaşmış bir ülkeden gelmiştim. Yine de Suriye'de bıraktığım kütüphane, büyük olmasa da felsefe, tiyatro, edebiyatın temel eserlerinden bir seçki, ünlü aydınların çeviri romanları ve birkaç şiir divanı içeriyordu. Şiirde mizacım hep zor olmuştur.
Seni "edebi soy" konusunda şaşırtacak şeyin, yeryüzündeki her yazarı bir aidiyet veya sadakatle bir köke bağlayan şeyin şu olduğuna eminim: Ben kendimi sinemanın büyüsüne derinden bağlı görüyorum. Hareketli imgenin, kendi dili olduğunda, kendi eşsiz şiirsel kalıplarına sahip olduğunda yarattığı büyüye bir şeyler borçlu olduğumu hissediyorum.
Biliyorum ki insanın parça parça sahnelerden ve görüntülerden bir baba yarattığını iddia etmesi bir macera ya da belki bir risktir; ama izlediğim her büyük filmin, şiirin içine geçmemi sağlayan bir köprü olduğuna kanaatim tam.
"Kökler" gökkuşağının dışında olana giden yollar vardır; aceleci eleştirinin kendi sıralamasında fark etmediği yollar. Belki de ben on dokuzuncu veya on sekizinci yüzyıla aitim. Öyle hissediyorum.
Öyleyse söyle bana sevgili Huda, hangi baba benim babam ve hangi anne benim annem!
Huda Fahreddin: Eşinle nerede karşılaştın?
Selim Berekat: Kıbrıs'ta. Ben ve Cindy Kıbrıs'ta birbirimizi gördük. Gözlerini övmüştüm ve onu akşam yemeğine davet ettim ama kabul etmedi. Birkaç ay sonra tekrar denedim, bu sefer kabul etti. Biz şimdi, otuz beş yıl sonra, hala o akşam yemeğindeyiz ve ben hala o büyüleyici yeşil gözlere hayranım.
Huda Fahreddin: Oğlunla paylaştığınız dil nedir? Onun seni tanıdığını hissediyor musun? Ebeveyn ve çocuk arasındaki bu mesafeden korkuyor musun?
Selim Berekat: Biz bu evde bir arkadaşlar kabilesiyiz. "Ran" hayatında bana hiç "Baba" demedi. Beni sadece ismimle çağırır; dilinde çıplak ve unvansız. O "baba" kelimesini bırakmasını hiç istemedim veya ima etmedim ama mutluyum.
"Baba" kelimesi otoriter, ataerkil bir söylemdir. Gençliğinin başından beri Ran'ın en yakın arkadaşı olmaya çalıştım. Aramızda tam bir dürüstlük var. Onu dinlerim ve ahlaki ve toplumsal eleştirilerini anlarım. Bağımsız bir dünyası, yetenekleri ve benim hiç sahip olmadığım birçok aracı var. Futbol oynuyor ve bunda çok iyi. Bir sürü arkadaşı var. Tüm spor malzemelerini saklaması için marangozluk aletlerimle ona ahşap bir dolap yaptım. Oğlum Ran şimdi 32 yaşında.
Huda Fahreddin: Yemek yapma aşkın ne zaman başladı? Bu tür bir kompozisyonla (oluşturmayla) ilişkini anlat.
Selim Berekat: Yemek yapmayı öğrenmeye Kıbrıs'ta başladım. Beyrut'ta, bir arkadaşımın lokantasının yanındaki binada kalıyorduk, bu yüzden yemek için onlara güveniyordum. Ama Kıbrıs'a gittiğimizde, adanın başkenti sadece birkaç lokantası olan ve hafta sonları her yerin kapandığı bir köye benziyordu. Kolay yemekler hazırlamaya ve bol bol et pişirmeye (ızgara/mangal) başladım. İsveç'e geldikten sonra bile et pişirmeyi seviyordum. Hâlâ neredeyse her hafta veya iki haftada bir ve yıl boyunca bunu yapıyorum. Evin önünde kömür torbalarını ve ızgara aletlerini koyduğum bir çardağım var. Ayrıca gerekirse evi boyayabilmek veya bir marangoz olarak çalışabilmek için boya kovaları ve fırçalarla birlikte bir marangozluk aletleri setim de var.
Huda Fahreddin: Yazma sürecin hakkında biraz daha bilgi ver. Yazma ritüelin var mı?
Selim Berekat: Hayır, özel bir yazma ritüelim veya düzenli bir yazma rutinim yok. Benim için, kelimelerin iştahını açmak, sahneleri yutmak ve anlamlardan zevk almak için güçlü bir içki yeterlidir.
Huda Fahreddin: Mesajlaşmalarımızda tüm cevaplarını el yazısıyla yazdın. Hep böyle elle mi yazarsın? Neden daha pratik olabilecek diğer yazma yöntemlerini kullanmıyorsun?
Selim Berekat: İtiraf ediyorum Huda, makinede yazmaya karşı inatçı ve kasıtlı direnişimden dolayı pişmanım; bana zaman ve emek kazandırırdı. Ama pişmanlıkların önünde durmanın bir faydası yok, artık çok geç.
Huda Fahreddin: Temize çekmek ve düzeltmekle ne kadar vakit geçiriyorsun?
Selim Berekat: Öğlenleri tahta kalemle (kurşun kalem) yazarım, akşamları dolma kalemle temize çekerim. Genellikle yazdıklarım çok düzeltme gerektirmez.
Huda Fahreddin: Bu, şiir ve romanlar arasında değişiyor mu?
Selim Berekat: Uzunluk dışında benim için şiir ve roman arasında bir fark yok.
Huda Fahreddin: Yayınevleri yazılarına müdahale ediyor mu, öneride bulunurlarsa dikkate alıyor musun?
Selim Berekat: İlk kitaptan bugüne kadar hiçbir yayıncı yazılarıma asla müdahale etmedi. Kimse öneride bulunmadı. Kitap kapaklarını bile kendim tasarlıyorum.
Huda Fahreddin: Taslakların hakkında kimseye danışıyor musun ve görüşlerini dikkate alıyor musun?
Selim Berekat: Yalnızlığım benim tek danışmanımdır. Ona danışırım ve tavsiyelerine göre hareket ederim.
"Önce yazarım sonra rüya görürüm"
Huda Fahreddin: Hâlâ yazmayı hayal ettiğin bir yazı var mı?
Selim Berekat: Hayır, aklımda hayalini kurduğum belirli bir yazı yok. Ben önce yazarım sonra rüya görürüm. Kahramanlarımı romanımdan çıktıktan sonra, kendi dünyalarında hayallerinin peşinden koşarken rüyamda görürüm. Şiire gelince... Şiir yazmak evrenin patlaması içinde yüzmektir.
Huda Fahreddin: Hâlâ beklediğin bir şey var mı?
Selim Berekat: Hayat bekleyişten başka nedir ki; biz onun yaratıklarıyız, bekleyenler ve beklenenleriz.
El yazım eskiden güzeldi. Şimdi elim biraz titriyor.
Selim Berekat Beyrut'ta / 1980
Huda Fahreddin kimdir?
Huda J. Fahreddin , Lübnan asıllı Amerikalı akademisyen, çevirmen, yazar ve siyasi aktivisttir. Modern Arap edebiyatı, özellikle Arap şiiri üzerine çalışmalarıyla tanınır. Şu anda Pennsylvania Üniversitesi'nde Arap Edebiyatı Doçentidir.
Akademik çalışmalarının yanı sıra siyasi aktiviteleriyle, özellikle İsrail-Filistin çatışması hakkındaki duruşuyla da tanınır. Fahreddin Lübnan'da doğup büyümüştür.
Lisans ve yüksek lisansını Beyrut Amerikan Üniversitesi İngiliz Edebiyatı bölümünde tamamlamış, 2011 yılında Indiana Üniversitesi'nde (Bloomington) doktorasını bitirmiştir.
Huda, Pennsylvania Üniversitesi'nde Arap Edebiyatı Doçenti olarak görev yapmaktadır. Metapoesis in the Arabic Tradition (Arap Geleneğinde Metapoetika) ve The Arabic Prose Poem (Arap Mensur Şiiri) dahil olmak üzere birçok kitap yazmıştır. Ayrıca The Routledge Handbook of Arabic Poetry'nin editörüdür ve birçok önemli edebi dergi ve kuruluşta görev almaktadır.
Çeviri alanında, babası şair Cewdet Fahreddin 'in ve Selim Berekat'ın eserlerini İngilizceye çevirmiştir. Çevirileri Banipal, World Literature Today ve ArabLit Quarterly gibi dergilerde yayınlanmıştır.
Notlar:
[1] "Kürtlerin rüzgardan başka hiçbir şeyi yoktur", Mahmud Derviş'in Selim Berekat'a ithaf ettiği bir şiirdir. Bkz: Mahmud Derviş, La te'tezir 'emma fe'elt [Yaptığın İçin Özür Dileme], Beyrut: Riad El-Reyyes Yayınevi, 2004.
[2] Huda Fahreddin'in The Arabic Prose Poem: Poetic Theory and Practice, Edinburgh UP, 2021 kitabından alınmış ve adapte edilmiştir.
[3] Berekat, El-Dîwan 2 (Şam: Dar el-Meda, 2017). Bu övgü yazılarının çoğu Selim Berekat hakkındaki özel Hecelname dergisi sayısından alınmıştır: Hecelname 11-12 (2007), s. 181-223.
[4] Derviş, Mahmud. Memory for Forgetfulness (Unutmak İçin Bir Hafıza), Çev. İbrahim Muhawi (Los Angeles: University of California Press, 2013), s. 78-9.
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın