Dr. Kürdistan Mukıryani: Saddam, ‘Nefertiti Kürt değil’ dedi

06-10-2019
Rûdaw
Etiketler Dr. Kürdistan Mukıryani Kürdistan Bölgesi
A+ A-

Kürt Akademisi eski başkanı araştırmacı-yazar Dr. Kürdistan Mukıryani, aydın bir aileden geliyor. Aslen Mahabadlı olan ailesi önce Halep’e, oradan Bağdat’a ve daha sonra Rewanduz’a göç ediyor. Mukıryani’nin babası Giw ile amcası Hüseyin Hüzni Mukıryani Güney Kürdistan’a matbaa getiren ilk kişiler.

Aydın bir aileden gelen Dr. Kürdistan Mukıryani, Moskova’da yüksek lisans yaptıktan sonra Kürdistan’a dönerek üniversite öğretmenliği yapıyor. Sürgün edilip Bağdat’a gönderildiği yıllarda Irak hükümetinin kurduğu Kürt Kültür ve Basın Kurumu’nda çalışıyor.

Dr. Kürdistan Mukıryani hayatının önemli kesitlerini Rûdaw’a anlattı.

Hayatınızdan bahsetmeden önce, baba ve amcanızdan bahsetmenizi istiyorum. Çünkü onlar da Kürt edebiyatı ve gazeteciliği için önemli işler yaptılar. Siz Mahabadlısınız (Rojhılat). Babanız ve amcanız neden Halep’e yerleşmeyi seçti?

Babam Giw Mukıryani Halep’e gitmeden önce amcam Hüseyin Hüzni Mukıryani matbaa açmak için çevredeki ülkeleri gezmiş, son olarak da Halep’te açmaya karar kılmış. Çünkü o zaman yani 1’inci Dünya Savaşından önce Halep’te çok sayıda Kürt yaşıyormuş. Bir diğer sebep de Bedirhanlılar Kürdistan gazetesini çıkardıklarında amcam Kürdistan’a yakın bri yerde gazetenin basılıp Kürtlere erken ulaşmasını sağlamayı hedefledi. Bu yüzden Halep’te matbaa açıp gazetecilik işlerini burada sürdürmeye karar vermiş. 

Halep’te matbaa Kürt kültürü ve  edebiyatı için çalıştı mı?

Evet bazı çalışmalar yapıyor, birkaç sayı gazete ve dergi çıkarılıyor. 1’inci Dünya Savaşı’nın ardından Halep Fransızların kontrolüne giriyor. Ancak Fransızlar Kürt aydınların çalışmalarına engelller koyuyor. Amcam orada “Xunçey Baharistan” adlı bir tarih kitabı da yazıp basıyor. Daha sonra babam da Halep’e gidip amcama ulaşıyor. Orada tıp fakültesi okuyor. 1923-1924 yıllarında Fransızlar kültürel ve siyasi çalışmalarından dolayı amcamı gözaltına alıp hapse atıyorlar. 

Yani Fransızlar o dönem Kürt aydınların çalışmalarını engelliyor muymuş?

Evet. Hatta amcama, “Gidin İngilizler Irak’ta Kürtler için yarı bir devlet kuruyor, oraya gidin” diyorlar. Babam ve amcam kalkıp Bağdat’a geliyorlar, burada yaşayabilirler mi diye bakıyorlar. Ama Bağdat Kürtlerin yaşadığı coğrafyaya oldukça uzak, bu yüzden 1925 yılında Rewanduz’a gelip yerleşiyor, 1926’da da burada matbaa kuruyor ve “Zari Kurmanci” adlı Kürtçe bir dergi çıkarıyorlar. Bu dergi 1932 yılına kadar da çıktı, daha sonra Bağdat hükümeti tarafından durduruldu. 

Babanız ve amcanız matbaacılığın yanı sıra fotoğrafçılıkta da Kürdistan’a yenilik getirdiler. Neden bu alanı seçtiklerini size anlattılar mı?

Amcam Zari Kurmanci dergisinin birinci cildinde, “Kürtler ancak ilim ile kendilerini yetiştirebilir. Bunun yolu da okumaktır. Okul için kitap lazım, kitap için de yayın evi lazım” diyor. Bu amaçla matbaayı Kürdistan’a getiriyorlar ki bu bizim için bir aydınlanma devrimidir. Babam da kamera ve fotoğraf makinası ile çalışmalara başlamış. Amacı Kürtlerin kültürünü, yaşamını dünyaya tanıtmak olmuş.

Fakat yasaklamalara rağmen daha sonra da bu çalışmalarını sürdürdüler?

Evet, Zari Kirmanci’den sonra Erbil’de “Ronaki” dergisini çıkardılar. 1935-1936 yılları arasında 11 sayısı çıktı. 1950’li yılların başında da Hewler gazetesini, 1954’ten 1960’a kadar da babamın editor olduğu bir dergi çıkardılar.

Siz Erbil’de doğdunuz. İsminizin “Kürdistan” olarak belirlenmesinin aynı bir hikayesi var mı?

Evet, Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin ardından benim gibi daha birçok çocuğun ismini Kürdistan koydular. Babam ismimle gurur duyardı. Evimize kim gelse beni çağırır ve ismini onlara da anlatırdı. Hala hatırlıyorum, İngiliz doğubilimci McKenzie evimize misafir olmuştu. Babam ona, “Siz İngilizler Osmanlı’dan sonra Araplara 22 devlet kurdunuz ama Kürtlere bir tanesini birle reva görmediniz. Biz Kürdistan’ın ismini yaşatacağız. Işte benim kızım ve onun gibi yüzlerce çocuğun ismi Kürtistan’dır. Kürdistan sonsuza dek yaşayacaktır” dedi. Bir de bu isim hayatım boyunca farklı dönemlerde sorunlar yaşamama neden oldu.  

Ne gibi sorunlar?

Irak hükümeti kurumları her zaman isminin “bölücü” olduğunu söyledi durdu. Hatta Irak kimliği almaya gittiğimizde bile bize sorun çıkardılar. Kimliği o zamanın parası ile 500 dinar ödeyerek aldık.

İsim meselenizin dönemin Irak Başbakanı Tahir Yahya’ya kadar intikal ettiği söyleniyor…

Evet, Tahir Yahya da ismimin Kürdistan olmasında bir sakınca olmadığını söylüyor ve İçişleri Bakanlığı 500 dinar karşılığında kimliğime bu ismi yazdırıyor.

Ünlü Kürt şair Abdullah Peşew ile muhabbetiniz olduğu ve size çok sevdiği söyleniyor. Hatta bazıları Kürdistan için yazdığı şiirlerde size kastettiğini iddi ediyor. Aranıza bir aşk ilişkisi var mıydı?

Peşew’la tanıştığımızda beni gerçekten çok sevdi. Evet bazı şiirlerini de benim için yazdı ve ben hangi şiirler olduğunu biliyorum. Bunlardan biri de “Belên Bide” (Söz Ver) şiiriydi ki şarkı oldu.

Peki neden ona söz vermediniz?

Peşwe hayatıma girdiğinde benim tek tutkum yurt dışında yüksek lisansımı bitirmemdi. Bu arzu beynimi ve yüreğimi işgal etmişti. Bu yüzden hayatımda aşka yer yoktu. Aile kurma gibi bir planım yoktu. Yoksa ondan daha iyisi olamazdı. Ve o şimdi tanınan bir şair. Umarım her zaman sağlığı yerinde olur, iyi olur.

Üniversite yıllarında önce Tahran’a, daha sonra da Sovyetler’e gittiğiniz…

Evet, Bağdat Üniversitesi’nden sonra 1967’de Tahran’a gittim. Babam da bu gidişimi onayladı ve bunu aynı zamanda Mahabad’taki akrabalarımı bulabilmem için bir fırsat olarak gördü. Orada Qazi Muhammed’in kızı Meryem Qazi ile görüştüm. Daha sonra Sovyetler’e gittim. Kafkaslardaki Kürtler tüm Newroz etkinliklerinde bir araya gelirdi, görüşürdük. Qenatê Kurdo öncümüzdü. Gerçekten de çok aktif ve Kürtperver biriydi. Kürt öğrencilere çok büyük destekler verdi. Eylül Devrimi başarısızlıkla sonuçlandığında Irak Büyükelçiliği bunu fırsat bilip Kürt öğrencileri tek tek çağırdı. O dönemde de Abdullah Peşwe öğrencilere büyük umut oldu. “Devrimin bitmesi Kürtlüğün bitmiş olduğu anlamına gelmiyor” diyordu.

Doktoranızı hangi dalda yaptınız?

Filoloji üzerine yaptım. Mümtaz Haydari hocamız doktora almamı haber yapmıştı. Bunun üzerine Süleymaniye Üniversitesi, Irak Yüksek Öğrenim Bakanlığı’na mektup gönderip, “Kürdistan yurda döndüğünde üniversitemizde çalışmasını isteriz” diye talepname yazıyor.

1977’de Süleymaniye Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladınız. Üniversitenin o zamanki durumu nasıldı?

Evet, o yıllarda Süleymaniye Üniversitesi’nde sadece Kürtçe dil dersi değil, aynı zamanda Kürtçe felsefe, tarih, sosyoloji ve coğrafya gibi dersler de vardı. Öğretmenlerin çok azı Kürt’tü. Daha sonra o okulda 4 Arap öğretmen öldürüldüğü için üniversitemizi Erbil’e taşımaya karar verdiler. Sanırım o hocaları Arapların kendileri ödlürdü ve bunu bir bahane olarak kullandılar. Çünkü Süleymaniye’de üniversite olmasını istemiyorlardı ki bu üniversite çok etkiliydi. Mesele ben Kürt dili üzerine konuştuğumda salonda oturacak yer kalmazdı, insanlar gelir ayakta durur dinlerdi.

Günlüklerinizde Erbil’deki üniversiteden de sizi Bağdat’a dürgün ettiklerini yazmışsınız. Neden sürgün edildiniz?

1982’de Salahaddin Üniversitesi’nde Baas rejimine karşı büyük bir gösteri düzenlendi. Bu nedenle benim de aralarında bulunduğum 37 öğretmenle 104 öğrenciyi Musul, Bağdat ve Basra’ya sürgün ettiler. Bizi sürgün ettiklerinde, “Sadece Baas’ın taraftarı olur. Siz kendinize taraftar oluşutuyorsunuz” dediler. Bağdat’a üç aylığına sürgün edildiğimiz söylendi ama biz 5 yıl kaldık.

Orada Irak Kültür Bakanlığı’na bağlı Kürt Kültür ve Basın Kurumu’na alındınız. Hangi sıfatla size bu kuruma verdiler?

Yazar olarak gönderildim ama yazmama izin vermiyorlardı. Sadece arada bir gönderilen Kürtçe yazıları redakte ediyordum. Oraya ceza olarak gönderildim ama kurumun müdürü Müslih Celal bana daha sonra bana bu tesadüfü anlattı. Bizim sürgün kararımız Kültür Bakanlığı’na intikal ettirildiğinde Müslih bakanın yanındaymış. Bakan, “Bize çok tehlikeli bir eleman gönderilmiş” demiş. Müslih de “onu benim yanıma verin, ben çalıştırırım” demiş ve böylece o kuruma verilmişiz.

1983 yılında Kürt Kültür ve Basın Kurumu’nca düzenlenen bir toplantıya beklenmeyen bir konuk katılıyor. Saddam Hüseyin. Daha sonra neler oldu?

Evet, kurumumuzun yıllık çalışma planının değerlendirildiği bir toplantıydı. Programı kendimiz hazırlıyor ve kendi kurumumuzda düzenliyorduk. Ancak o yıl Kültür Bakanlığı’na bağlı bir salonda yapılacağı söylendi. Katılımcıların sayısı 50-60 kişiydi ama bir de baktık yavaş yavaş insanlar toplantı yerine doluşuyor. 300 kişilik salon doldu, çok geçmeden içeri askeri kıyafetlerle birileri girdi. Saddam Hüseyin ve korumalarıydı. Saddam gelip millet selamladı sonra en ön sırada oturdu. Kurumumuzun fotoğrafçısı Saddam’ın bir resmi çekti, korumalarından biri fotoğrafçıyı tartakladı ve kamerasını aldı.

Daha sonra tartışmalara geçtik. Öğrencilerden Mahmut Zamdar, Beyan adlı Kürtçe derginin tirajının arttırılmasını önerdi. Kurum yönetimi kendileri için bir araç tahsis edilmesini istedi. Kuruma bağlı diğer organların her biri önerilerini sundu ve Saddam tüm önerilerin yerine getirilmesi talimatı verdi ve o günü Kürt Kültür ve Basın Dili olarak tanınmasını istedi.  

Bu Saddam’ı ilk görüşünüz müydü?

Evet, ilk kez orada gördüm.

Peki Kürtçe gazete ve dergilerde çıkan Saddam resimlerini nasıl seçiyordunuz?

Saddam’ın kendisi hangi yayında hangi resminin çıkacağına karar veriyordu.

1984’te “Kültür” adlı bir dergi çıkardınız. Bu dergiyi kurumsallaştırmak için çalbalarınız başarılı oldu mu?

Kültür dergisinin yayın yönetmeni Mahmud Zamdar’dı ama o ailevi meselelerden ötürü Erbil’e dönmek zorunda kaldı. Derginin sekreterliğine beni atadılar. Derginin 99 ve 100’üncü sayısını çıkardım. Dergi İran-Irak savaşı nedeniyle 3-4 ayda bir çıkıyordu ve birkaç sayfasını savaşa ayırmak zorundaydık. O süreçte bazı Kürt öğretmenlerle iletişime geçip düzenli yazı istedim. Akademik yazılar almayı başardık ve böylece dergimiz bilimsel ve akademik bir dergi oldu, düzenli çıkmaya başladı.

Peki ya Rengin dergisini ne zaman çıkarmaya başladınız?

1986 veya 1987 yılıydı. Muslih Celal’e bir öneride bulundum. Diğer dergilerde yayımlayamadığımız ama çok değerli yazılar kalıyordu. Bunları değerlendirmek için yeni bir dergiye ihtiyacımız olduğunu söyledim. Savaş yüzünden kabul görmeyeceğini söyledi ama bakanla görüştük ve önerimizi sunduk. Kabul edildi. Rengin dergisinin ilk sayısı 50 bin satıldı, ikinci sayısı ise 75 bin adet basıldı. Dergiye ilgi büyüktü, çünkü Kürt okurlar bu tür yazılara susamıştı.  

Dergi dağıtılıyor muydu, satılıyor muydu?

Satılıyordu.

Bu dergilerin herhangi bir etkisi var mıydı, çünkü bazıları sadece Baas rejiminin gölgesi olduğunu iddia ediyor?

Olur mu? Kürt yazarları kendim araştırdım. Başka nerede yazabilirlerdi ki? O dergiler onlarca hatta yüzlerce yazar yetiştirdi. Çok iyi kaynaklardı. Kürt kültürünün en önemli yönlerini tanıtıyorlardı.

Derginizde yayımlanan Dr. Cemal Reşid’in Mısır Firavunları ile Mitanilerin ilişkisini anlatan bir yazı çok ses getirdi. Nasıl oldu bu, neler yaşandı?

Dr. Cemal Reşid tarih progfesörüydü ev sayısız kaynak inceliyordu. O eski yazıları okuyabiliyordu ayrıca yaşayan 8 dili biliyordu. Bize Kürtlerin ataları olan Mitaniler ile Firavunların ilişkisi üzerine hazırladığı bri yazı göndermişti. Biz de yazının içine prenses Nefertiti’nin heykelinin çok güzel bir resmini yerleştirdik ve altına “Kürdi bir gelin kılığındaki Nefertiti” diye yazdık. Dergi 3 bin adet basıldı ve hepsi de bir çırpıda satıldı. Içindeki bu yazı çok ses getirdi. Daha sonra Baas kurumları bizden bu yazının Arapça çevirisini istedi, biz de çeviri yapıp 25 adet şeklinde kurumlara gönderdik. Kendimizi her tülkü soruşturmaya da hazırladık. Öyle de oldu, bizi sorguya çektiler ve biz belgelerle yazıdaki bilgilerin içeriğini anlattık. Bir süre sonra Saddam bir konuşmasında bundan bahsetti ve “Nefertiti Kürt değil Mısırlıdır, Mısırlı kalacaktır” dedi.

1985 yılında Kürtçe sözlük projesi hazırladınız. Ama kimileri bunu “Kürt dilinin Farsçalaştırılması” şeklinde yorumladı ve hatta Saddam’a kadar gidip şikayet edenler olduğu söyleniyor. Doğru mu bu?

Kürtçe hiçbir şekilde Farsça olmaz, bir defa bunu bilmek lazım. Ama Kürtçe ve Farsça kullanılan çok sayıda ortak kelime var. O zaman bu bir töhmetti ve Kürtçe kurumların üzerine yığılmaya çalışıldı. Ki zaman d açok hassastı ve İran-Irak savaş vardı. Hükümet Semir Şeyhli başkanlığında bir komisyon kurdu, iki gün boyunca bu konu üzerine tartışmalar yürütüldü. Neticede dillerin canlı olduğu ver birbirlerinden etkilenerek kelime alışverişinde bulunmalarının normal olduğu belirtildi, konu böylece kapandı.

1987-1991 yılları arasında öğretim üyesi olarak çalıştınız. O yıllar Güney Kürdistan’da Enfal, kimyasal saldırılar gerçekleştirildi ve katliamlar yaşandı. Siz üniversitelerde bunu nasıl anlatıyordunuz?

O yıllarda bizleri tekrar Kürdistan’a gönderdiler. Bu bizim için de bir rüya gibiydi. Erbil’e geldiğimde kalacak kiralık ev aradım ama yoktu. Köyler yıkılmış, halk şehirlere yığılmak zorunda kalmıştı. Bu bir jenosid hareketiydi ve hayatın şirazı kaymıştı. Cemal Reşid, “Kürt İnsanlık ve Dmokrasi Hareketi” adıyla gizli bir hareket kurmuştu. Üniversite öğretmenlerini birbir çağırıp konuşuyordu. “Katliamları durdurmaya gücümüz yetmiyorsa bile hiç olmasa halkımızı aydınlatabiliriz, moral verebiliriz” diyordu. Bu görüşlerini öğretmenlerden Dr. Sadi Berzenci’ye de anlatmış ve ondan seminer vermesini istemişti. Ama Berzenci, “Bana bahsettiklerini başkalarına bahsetme, yoksa yanarsın” diye cevap vermiş. Ama Dr. Cemal Reşid bu hareketi devam ettirdi, halk içerisinde de büyük destek gördü.

Hareketin dışarı ile bağlantısı var mıydı?

Hayır bağımsızdı.

Kimileri bu hareketin Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ile Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (KYB) yerini doldurmayı amaçladığını söylüyor…

Hayır, onlar burada değildi. Hareketin amacı ise sadece Kürtlere uygulanan zulme karşı insani bir duruştu.

Kürtçe için latin alfabesinin kullanılmasını savunanlardan birisiniz. Bunu neye dayandırıyorsunuz?

Kürtçe gramer sorunları büyük ölçüde çözülmüştür. Bizim kullandığımız gramerde sorunlar var. Ayrıca Kürtlerin ulusal birliği açısından hiç olmazsa ortak bir gramere ihtiyacımız var ve buradan başlayabiliriz. Mesela şimdi Güney ve Rojhılat Kürtleri birbirlerinin eserlerini ve fikirlerini çok iyi okuyabiliyorlar ama kuzey ve batıdaki Kürtler bu eserler ve fikirlerden yararlanamıyorlar. Bu durumda Kürtlerin ayrı gramer ve ayrı alfabe kullanması doğru olur mu?  Ben çoğu zaman şunu da söylüyorum; Bedirhanların bu grameri yazmamaları gerekiyordu. Çünkü gerçekten bizim için yeni bir sorun oldu ve dil konusunda daha da uzaklaşmamızı sağladı.

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli