Baba Tahir Uryan’da Marifet

05-02-2021
Gürgün Karaman
Etiketler Gürgün Karaman Baba Tahir Uryan Marifet
A+ A-

Sözlükte masdar olarak “bilmek, tanımak, ikrar etmek”, isim olarak “bilgi” anlamına gelen ma‘rifet, irfân kelimesi ilimle eş anlamlı gibi kullanılmakla birlikte aralarında bazı farklar vardır. İlim tümel ve genel nitelikteki bilgileri, mârifet tikel, özel ve ayrıntılı bilgileri ifade eder. İlmin karşıtı “cehl”, mârifetin karşıtı “inkâr”dır. Bu sebeple ilim kelimesi her zaman mârifetin yerini tutamaz…

Mutasavvıflara göre mârifet “kalbin Allah’la olan hayatı”, “Allah’ı sıfat ve isimleriyle tanıyanın niteliği”, “birbirini izleyen nurlarla Hakk’ın kalplere doğması”, “ilâhî bir na‘t/vasıf” (Serrâc, s. 56; Kelâbâzî, s. 63; Kuşeyrî, s. 601), “kalbe atılan bir nurla iç aydınlığa kavuşma hali”, “kalp gözüyle ilâhî gerçekleri görmek”tir… Tasavvufî anlamıyla ilk defa marifetten bahseden Zünnûn el-Mısrî’ye göre esasen Allah’ı tam olarak bilmek ve tanımak mümkün değildir. Bu sebeple Allah’ın zâtı hakkında tefekküre dalmak cehalettir; marifetin hakikati de hayretten ibarettir. (Câmî, s. 29). Baba Tahir’e göre ise aklın sonu hayret, marifetin sonu katıksız/safi bir teslimiyettir.

Sufilere göre marifet, Hakk’ı isim ve sıfatlarıyla tanıyan, sonra davranışlarında Allah’ı tasdik eden, sonra kötü ahlaktan temizlenen, sonra kapıda uzun uzun bekleyen kimsenin vasfıdır. Böyle bir kimse, kalbiyle itikâfına devam eder. Güzel yönelişiyle birlikte nasibini Allah’tan bekler. Tüm hallerinde Allah’ı tasdik eder. Nefsinin vesveselerini keser, bitirir. Kalbine Allah’tan başkasına çağıran bir düşünceyi koymaz. Kişi, halka yabancılaştığında, nefsinin afetlerinden uzaklaştığında, mekân ve mülahazalarını pırıl pırıl yaptığında, sırrında münacatını Allah’la birlikte yaptığında, her an O’na rücu gerçekleştirdiğinde, Hakk’ın malik olduğu kader tasarruflarındaki sırlarını anlatan ilhamına mazhar olduğunda “arif’; hali de“marifet” olarak isimlendirilir.

Baba Tahir’e göre “Marifet, tafsilatların vecdidir.” Tafsilat, varlığın/var oluşun incelikleri, ayrıntılarıdır. Vecd ise sözlükte “yitiğini bulmak, istediğine kavuşmak, güç yetirmek; aşk ve iştiyak sarhoşluğu içinde kendinden geçmek, yüksek heyecan duymak” anlamlarına gelir. Vecd kavramı, tasavvuf terimi olarak “kasıt ve zorlama olmadan Allah’ın bir ihsanı şeklinde sâlike gelen ve onu kendinden geçiren mânevî çarpıntı” (müsâdefe) demektir. (Kuşeyrî, s. 190). (1)

Arif, marifet makamında fena (yokluk) halindedir. Aslında arif için varlık da yokluk da caizdir. Bu idrak diyalektik bir işleyiştir. Arif/sufi, varlık ve yokluk arasında askıdadır, gerilim halindedir. Bu durum bir tür şaşkınlıktır. Bu şaşkınlık, ayarsızlık değil, manevi ve ilahi bir çarpıntıdır. Arif, bu durumda kendi halinden habersizdir, kendi varlığını terk etmiştir; bu dünyada varlık halindeyken/hayattayken kendi varlığına şahitlik yapar ve bu şahitlik onu varlığına da bağlar. İlahi ve manevi sarsılma (dehşet durumu) halinde kendi halinden uzaktır, kendisini bile idrak etmez; varlıkla yokluk arasındaki mümkün hali nedeniyle kendinden geçer. Varlığın ve yokluğun caiz oluşuyla arif, fena (yokluk) makamında tekrar varlığını var eder.

Marifet makamında olan arif, bu makamı bilmekten acizdir çünkü marifet “kalbin Allah’la olan hayatı”, “birbirini izleyen nurlarla Hakk’ın kalplere doğması”, “kalbe atılan bir nurla iç aydınlığa kavuşma hali” olup bu durum, arif için bilmenin konusu değil, halin/oluşun konusudur. Bu bağlamda marifetin gerçeği de marifeti bilmekten aciz kalmaktır.

Marifetin başı, ortası ve sonu vardır. Başı, genel insanların marifetidir. Avamın (umumi halkın) marifeti sadece isimlerle/kavramsal düzeyde olur. Bu durum, marifetin nesnesidir, hakikatin değil. Marifetin ortası, şahitliktir. Allah'ın zatını müşahede etmekle olur ki bu müşahede kalbi bir müşahededir. Bu durum, ihlaslı/has kulların marifetidir. Marifetin sonu ise vusul (ulaşma) ehlinin marifetidir. Bu durum, arifin maruf olana vasıl olmasıyla olur. Baba Tahir,  buradaki üçlü tasnifin pratik düzeyini de şu şekilde inşa eder: “İlim sahipleri ilimlerini kullanmak, hakikat ehli ihlas etmek, marifet ehli ise yanmak/tutuşmak zorundadır.” Bu üçlü sacayağının nihayetinde ise “İlmin sonu cehalet, aklın sonu hayret, marifetin sonu ise teslimiyettir. Akıl sahipleri, mertebe ehlidir; ilim sahipleri, hasenat ve erdem ehlidir; marifet sahipleri keramet ve hürmet ehlidir.”

Baba Tahir’in bilgi ve marifet anlayışında varlık ve varlığa dair bilgi, daima Hak Teâla ile kopmaz bir bağa sahiptir. Varlık, yaratıcının tecellisi olarak ele alınır ve tüm varlık âlemi bu nedenle kutsaldır. Varlık âleminin bu kutsallığının derinliğine inmek “akıl, ilim, marifet” aşamalarından geçmekle mümkündür. Varlık, her dem yanı başımızda olandır. Yanı başımızda olan bu varlığı idrak etmek, ona ancak muhabbet beslemekle, aşk ile bağlanmakla mümkündür. Bu bağlılık, insanı hakikat cihetinden tahrik eder, sarsar. Hakikatin ağırlığının benliğe akması oranında insan da hakikati duyumsayabilir. Maddi dünyada varlığın zahiri, sadece bir işarettir. Oysaki varlığın özü daha derinlerden akıp gelir, tecelli eder. Bu oluş ve bozuluş (kevn ve fesat) evreninde varlık kendini tekrar etmez; hiçbir varlık bir diğerinin kopyası değildir ama hepsinin özü birdir. İşte marifet, fenomeni/işareti aşmak ve varlığı var eden öze temas etmek, ona ilgi duymak, iletişime geçmektir. Bu makam, olumlu anlamda saf cehalet makamıdır. Çünkü akıl ve ilim son sınırına kadar sürülmüş ve varlığın özü benliğe akmıştır; bu nedenle “Marifetin hakikati cehalete dönmektir. Marifetin hakikati, marifeti bilmekten bile aciz kalmaktır.” Çünkü varlığın hakikat bilgisi karşısında akıl yetersiz kalır ve hayrete düşer. Hayretten sonra gelen marifet makamında arif olanın dili tutulur, safi/şüphesiz bir teslimiyet meydana gelir. Bu teslimiyet içinde büyük bir “sır” olan varlığın perdeleri kalkar ama marifet makamının kendisi bile Hakk’ın tecellisi karşısında yine perde olur. “Marifet hakikatinin bilme vesileleri onun perdeleridir, marifetin hakikati ise hakikatin zatında perdeleridir.

Hakikatin zatı, Zat’ı (Allah) bilmenin perdesi, Zat’ın marifeti de marifetin perdesidir. Bütün perdeler marifetlerdir.” Marifet hakikatini bilmenin vesileleri vardır ve bu vesileler marifet için perdedirler. Marifetin de kendi hakikati vardır ve bunların perdeleri de onun zatındadır. Hakikat sabit, değişmeyen doğrular olup, hakikatin bizatihi zatı, Allah’ı bilmenin perdeleridir çünkü Allah bilgiyle bilmenin konusu değildir, ancak sezginin, ilhamın konusu olabilir. Zat’ın marifeti, Allah’ın kendisini kendisiyle bilmesidir. O’nun bu marifeti, marifeti örten bir şeydir. Hakikatte tüm perdeler marifetlerdir.

Baba Tahir’in marifet anlayışında da, bilgi anlayışında olduğunda gibi diyalektik ve fenomenolojik bir işleyiş vardır. Onun düşünce dünyası kapalı bir sistem değil, her zaman deveran eden önü açık bir sistem vardır. O, varlığı ve varlığa dair bilgiyi sabit, olmuş-bitmiş bir yapı olarak görmez. Bu nedenle marifeti dahi dondurmaz ve bu durumu çok veciz bir şekilde şöyle ifade eder “Marifeti iddia eden cahildir, tevhide işaret eden adildir, akıllı olan ise her iki durumda da teslim olandır.”

(1)          SEMİH CEYHAN, “VECD”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/ vecd (04.02.2021).

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli
 

Son paylaşılanlar

Fotoğraf: Rûdaw

Qesra Şaneşîn: Dönüşen inançlar, kripto kimlikler ve kasabalı Kürt modernleşmesi

Qesra Şaneşîn, Kürt toplumunda inanç, kadın, mekân ve kimlik arasındaki kadim ilişkinin izini sürerken; din değişimleri, kasabalı modernleşme ve kripto kimliklerin nasıl üretildiğini tarihsel ve sosyolojik bir çerçevede ele alıyor.