1920’de Türkler ve Kürtler, büyük fedakârlıklarla yürütülen Kurtuluş Savaşı’nın ardından Türkiye Devleti'ni kurdu. İlk kurucu meclisin kararıyla kabul edilen 1921 Anayasası, bu ortak mücadelenin bir mutabakat belgesi olarak tarihe geçti. Ancak 1923’te Cumhuriyet’in ilanı ve 1924 Anayasası ile birlikte kurucu irade, geçmişle bağlarını koparan bir redd-i miras anlayışını benimsedi.Bu redd-i miras yaklaşımı; tarih, dil ve inanç alanlarında kendisini gösterdi.
Redd-i tarih
Cumhuriyet yönetimi, Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları ve Osmanlı İmparatorluğu'nun bin yıllık İslam medeniyetini arka plana itti. Bunun yerine Göktürkler ve Hunlar gibi daha eski Türk boyları ön plana çıkarıldı. Oysa dünya tarihine yön veren üç büyük medeniyet bulunmaktadır:
- Mezopotamya ve Aryan medeniyeti (Sümer, Akad, Asur, Babil, Medya, Persler),
- Helen ve Roma medeniyeti (Atina, Sparta, İskender, Roma),
- İslam medeniyeti (yaklaşık 1500 yıldır varlığını sürdüren ve bugün 2,5 milyar nüfusa sahip).
Cumhuriyet'in kurucu kadroları, İslam medeniyetinin bu güçlü tarihsel mirasını büyük ölçüde görmezden gelmiştir.
Redd-i lisan
Osmanlıca, yaklaşık 600 yıl boyunca imparatorluk dili olarak kullanılmış; çok kültürlü, çok katmanlı ve zengin bir yapıya sahip olmuştur. Cumhuriyet yönetimi bu dili bir gecede terk etmiş, yerine yapay kelimeler üretmeye yönelmiştir.
1932–1934 yılları arasında yürütülen “tasfiyeci” dil hareketiyle Arapça, Farsça ve Kürtçe kökenli kelimeler dışlanmış; halk tarafından benimsenmeyen yeni sözcükler türetilmiştir. Bu başarısızlığın ardından 1935–1936 yıllarında Güneş Dil Teorisi ortaya atılmıştır. Teoriye göre dünyadaki bütün dillerin kökeni Türkçedir. Ancak bu iddia bilimsel olmaktan ziyade ideolojik bir işlev görmüş, 1940’lı yıllardan itibaren terk edilmiştir.
Redd-i inanç
1924 Anayasası ile birlikte 1500 yıllık kültürel ve dini miras büyük ölçüde yok sayılmıştır. Din alimleri ve kanaat önderleri ağır baskılara maruz kalmış; kimileri idam edilmiş, kimileri sürgüne gönderilmiştir. Mehmet Akif gibi önemli şahsiyetler de bu süreçten doğrudan etkilenmiştir. Başörtüsü ve tesettüre yönelik yasaklar ise 2000’li yılların başına kadar sürmüştür.
Kürt sorunu ve redd-i miras
Cumhuriyet'in ilk yüzyılında redd-i miras politikalarından en ağır biçimde etkilenen kesim Kürt halkı olmuştur. Kürtlerin Türklerle olan ortak tarihi örtbas edilmiş, inkâr edilmiş, yasaklanmış ve tahrif edilmiştir. Kürt kimliği yok sayılmış, hatta ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır.
Bu durum, Cumhuriyet'in kuruluş sürecinde ortak mücadeleyle elde edilen kazanımların görmezden gelinmesine yol açmıştır. Cumhuriyet'in redd-i miras politikaları, tarih, dil ve inanç alanlarında köklü bir kopuş yaratmış; bu kopuşun en ağır sonuçlarını Kürt halkı yaşamıştır. Ortak tarih ve kültür bağları zayıflatılmıştır.
Bugün Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde, bu redd-i mirasın eleştirel biçimde yeniden değerlendirilmesi ve tarihsel gerçeklerle yüzleşilmesi bir zorunluluk olarak ortada durmaktadır.
Kürtlerin Türklerle olan ortak tarihinin üstünün örtülmesi
Türklerin Kürtlerle kurduğu tarihî ittifak, Türk boylarının Anadolu’nun kapılarını açmasına ve yaklaşık altı yüzyıl boyunca üç kıtada hüküm sürmesine en büyük katkıyı sağlamıştır. Araplardan sonra İslamiyet’i kabul eden ilk kavimlerden biri olan Kürtler, Moğollar ve Çin arasında sıkışan Müslüman Türk topluluklarının Anadolu’ya yerleşmesine destek olmuştur.
Bu ittifak, Bizans ile İran arasında sıkışmış olan Kürtler için de güçlü bir dayanak oluşturmuştur. Kürtler, yüzyıllar boyunca iç içe yaşadıkları halklardan ziyade, İslam’a yeni geçmiş Türklerle ortak inanç değerleri ve göçebe/dağ kültürünün yakınlığı sayesinde daha kolay kaynaşmış; güçlü bir tarihsel ittifak ortaya çıkmıştır. Türklerin tarih boyunca elde ettiği büyük başarıların önemli bir kısmı, Kürtlerin desteğiyle mümkün olmuştur.
Tarihsel ittifak örnekleri
1029–1040 Gazneli–Oğuz Boyları ve Dandanakan Savaşı: Oğuz boyları Horasan’a yerleşmeye çalışırken Gaznelilerle çetin savaşlar yapıyordu. 1029’da Gazneliler ile Oğuzlar arasındaki savaşta, Gazneli ordusundaki Kürt komutan ve askerlerin Oğuz saflarına geçmesiyle Gazneliler yenildi. Bu gelişme, Oğuzların Horasan’a ve Anadolu’nun kapılarına ilerlemesini sağladı. 1040 Dandanakan Savaşı’nda ise Tebriz merkezli Revadî Kürt Hanedanlığı’nın dolaylı desteği, Selçuklu Devleti’nin kuruluşuna zemin hazırladı.
1064 Kars ve Ani Seferi: Selçuklular ile Şeddadîler arasında kurulan ittifak, Bizans’a karşı önemli bir güç birliği oluşturdu. 1064’te düzenlenen seferle Ani ve Kars alındı. Ani’de bugün hâlâ ayakta olan Manuçehr Camii, bu ittifakın tarihî bir hatırasıdır.
1071 Malazgirt Zaferi: Alparslan, Mervanî Kürt Emirliği’nin silahlı gücünü yanına alarak Bizans’a karşı Malazgirt’te zafer kazandı. Kürtlerin desteği olmadan bu zaferin gerçekleşmesi mümkün değildi. Mervanîler Bizans’ın yanında yer alsaydı sonuç farklı olabilirdi.
1187 Kudüs’ün geri alınması: Haçlı Seferleri sonucunda işgal edilen Kudüs, Nureddin Zengi ve Eyyubîlerin Kürt–Türk birlikteliği sayesinde geri alındı.
1402 Ankara Savaşı sonrası: Osmanlı şehzadesi Çelebi Mehmed, savaş sonrası Amasyalı Kürt Beyazıt Paşa tarafından kurtarılarak Amasya’ya götürüldü. Bu olay, Osmanlı’nın Fetret Devri’nden çıkışında önemli bir dönüm noktasıdır.
15. yüzyıl: Karakoyunlu ve Akkoyunlular: Kürt emirlikleri, Karakoyunlu ve Akkoyunlularla yakın ilişkiler kurmuş; evlilikler ve ittifaklar yoluyla siyasi güç dengelerinde belirleyici rol oynamıştır.
1514 Çaldıran Savaşı: Yavuz Sultan Selim ile İdris-i Bitlisi arasındaki ittifak, Osmanlı’nın Ortadoğu’da bir imparatorluk haline gelmesinde belirleyici olmuştur. Çaldıran, Mercidabık ve Ridaniye savaşları bu ittifakın ürünüdür.
1840–1910 Osmanlı reformları ve Kürtler: Tanzimat Fermanı’yla Kürt emirliklerinin statüsü kaldırılınca Botan Mirleri isyanı başladı. 1847’de kurulan Kürdistan Eyaleti 1867’ye kadar varlığını sürdürdü. II. Abdülhamid döneminde ise Hamidiye Alayları ve aşiret okullarıyla Kürtler Osmanlı’ya bağlılıklarını sürdürmüş; yaklaşık 30 yıl boyunca Ruslara karşı savaşmışlardır.
Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in kuruluşu: Kurtuluş Savaşı’nda Kürtler, Türklerle birlikte büyük fedakârlıklar gösterdi. Erzurum, Sivas, Urfa, Maraş ve Antep gibi şehirlerde verilen mücadeleye aktif olarak katıldılar. 1920’de Birinci Meclis, 1921 Anayasası ile ortak bir devlet kuruldu. Ancak 1923’te Cumhuriyetin ilanı ve 1924 Anayasası ile verilen sözler tutulmadı; Kürt kimliği inkâr edildi.
Kürt uleması ve ilmi katkılar: Bin yıllık ortak tarih boyunca Kürt uleması ve medreseleri Anadolu’nun ilmi ve kültürel hayatında önemli bir rol oynadı. Ebû’l Vefa el-Kürdî, Taceddin el-Kürdî, Molla Gürani, İdris-i Bitlisi, Mevlana Halid-i Bağdadi ve Bediüzzaman Said Nursî gibi isimler bu mirasın başlıca temsilcileridir.
Cumhuriyet'in ilk yüzyılında uygulanan redd-i miras politikaları, yalnızca Kürt halkını değil, Kürtlerle Türklerin bin yıllık ortak tarihini de görünmez kılmıştır. Oysa bu tarih; Anadolu’nun kapılarının açılmasından Osmanlı’nın imparatorluk haline gelmesine, Kurtuluş Savaşı’ndan Cumhuriyet'in kuruluşuna kadar birçok kritik dönemeçte Kürt–Türk ittifakının belirleyici rolünü açıkça ortaya koymaktadır.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın