Viyana’da diplomasi kılıfında cinayet: Dr. Qasımlo suikastı üzerine siyasal bir okuma

16-07-2025
Hüsamettin Turan
Etiketler Viyana cinayet Qasımlo İran
A+ A-

Diplomasi, uluslararası ilişkiler tarihinde çatışmaların çözümü, devletler arası anlaşmazlıkların giderilmesi ve barışçıl iletişim yollarının kurulması açısından temel bir araç olarak görülmüştür.

Ancak bazı devletler için ...

diplomasi, diyalog değil aldatmaca,

barış değil tuzak anlamına gelmektedir.

Bu bağlamda İran İslam Cumhuriyeti'nin 13 Temmuz 1989'da Viyana'da Kürt siyasetçi Dr. Abdürrahman Qasımlo'ya yönelik gerçekleştirdiği suikast, diplomatik görüşme adı altında yapılan bir siyasi infaz olarak tarihe geçmiştir. Bu olay, yalnızca bir kişinin yaşamına son verilmesi değil; milletlerin barışçıl çözüm umutlarının da sistematik biçimde hedef alınması anlamına gelmiştir.

1979’da gerçekleşen İslam Devrimi sonrasında kurulan İran rejimi, yeni yönetim biçimiyle yalnızca Şah rejimine değil, aynı zamanda İran'da tarihsel olarak dışlanan ve bastırılan etnik ve mezhebi gruplara da düşmanlık temelinde bir siyaset geliştirmiştir.

Bu siyasal paradigma, devrim muhafızlığı kisvesi altında muhalefeti yok etmeyi bir tür devlet refleksi hâline getirmiştir. İran’daki Azeri, Beluci, Arap ve özellikle Kürt muhalefeti, sadece kültürel haklar değil, siyasal temsil, yerel özerklik ve federal yapı talepleriyle de ön plana çıkmıştır. Bu durum, merkezi Şii teokrasiyi doğrudan tehdit eden bir toplumsal zemin oluşturmuştur.

İran Kürdistan Demokrat Partisi (İKDP), 1946’da Mahabad Cumhuriyeti’nin yıkılmasından sonra İran’daki Kürtlerin en köklü siyasal yapılanması hâline geldi. Partinin 1980’li yıllarda liderliğini üstlenen Dr. Abdürrahman Qasımlo, sadece Kürtlerin değil, aynı zamanda İran’daki demokratik muhalefetin de önemli temsilcilerindendi.

Avrupa üniversitelerinde akademik geçmişi olan, çok dilli, seküler ve karizmatik bir lider olan Qasımlo, Batılı diplomatik çevrelerle de güçlü ilişkilere sahipti. Bu durum, İran rejimi açısından onu daha da tehlikeli kılıyordu. Çünkü Qasımlo, İran’ın içindeki baskıcı yapıyı uluslararası kamuoyuna taşımayı başarabilen, meşru ve görünür bir siyasi aktör hâline gelmişti.

1989 yazında İranlı temsilciler, Qasımlo ve İKDP heyetiyle Avusturya'nın başkenti Viyana'da görüşmeler yapmak üzere diplomatik bir davette bulundu. Barışçıl çözüm için yürütüldüğü söylenen bu görüşmeler, aslında İran istihbaratı tarafından dikkatlice kurgulanmış bir tuzaktı.

İran tarafının görüşmeci sıfatıyla gönderdiği kişiler, Devrim Muhafızları ve Vezarat-e Ettelaat (İran İstihbarat Bakanlığı) bağlantılı ajanlardı.

13 Temmuz günü yapılan toplantı sırasında, müzakere masasında oturan Qasımlo ve iki yardımcısı Fadhil Resul ile Homayoun Ardalan, susturuculu silahlarla başlarından vurularak infaz edildiler. Bu infaz, tarihte müzakere masasındaki suikast olarak yerini aldı.

Avusturya makamları saldırganların kimliğini tespit etmesine rağmen, İranlı failler diplomatik dokunulmazlık gerekçesiyle serbest bırakıldı. İran ise suikastı hiçbir zaman üstlenmedi ve failleri yargılamaya yanaşmadı.

Batılı ülkelerin İran’la olan ekonomik çıkarları ve diplomatik hassasiyetleri, bu cinayetin üstünün örtülmesini sağladı. Böylece uluslararası hukuk, bir kez daha güçlünün cezasızlığı karşısında işlemez hâle geldi.

Ancak İran rejiminin yurtdışındaki muhaliflere yönelik infaz politikası yalnızca Qasımlo ile sınırlı değildi.

1992 yılında, Qasımlo’nun halefi olan Dr. Sadiq Şerefkendi, Berlin’deki Mykonos adlı bir restoranda üç arkadaşıyla birlikte İran ajanları tarafından öldürüldü. Almanya’da görülen dava sonucunda Berlin Eyalet Mahkemesi, İran devletinin bu cinayetlerin arkasında olduğunu açıkça ifade etti.

Mahkeme kararında, dönemin İran Cumhurbaşkanı Ali Ekber Haşimi Rafsancani ile Dini Lider Ayetullah Ali Hamaney’in bilgisi ve onayı olmadan bu suikastın gerçekleştirilemeyeceği vurgulandı. Bu karar, İran'ın devlet olarak sistematik suikastlar gerçekleştirdiğinin hukukî bir tescili oldu.

İran’ın infaz zinciri bu iki örnekle de sınırlı değildir.

1980’li ve 90’lı yıllar boyunca Paris, Viyana, Berlin, İstanbul ve Dubai gibi kentlerde çok sayıda muhalif yazar, akademisyen, gazeteci ve siyasetçi İran ajanları tarafından öldürüldü. 1987’de Paris’te Ali Ekber Teberî, 1991’de Cenevre'de İranlı diplomat ve muhalif Kazım Raci, 1994’te İstanbul’da Kürt gazeteci Behruz Arşad, 1996’da Stockholm'de Kürt yazar Şivan Pervizî’nin öldürülmesi gibi olaylar, bu zincirin halkalarıdır.

1990’lı yıllarda İran istihbaratının Avrupa’daki operasyonlarını koordine eden kişi olarak Mesud Hazayi ve Said Emami isimleri öne çıkmıştır. Bu kişiler, İran içinde muhalif yazarların ortadan kaldırıldığı Zincirleme Cinayetler’in de baş sorumlularındandır.

Bu cinayetlerin ortak özelliği, hedef alınan kişilerin İran’daki etnik ya da politik muhalefetin temsilcileri olmaları ve yurt dışında siyasi ya da medya faaliyetleri yürütmeleridir. Bu anlamda İran, yurtdışına kaçan muhaliflere karşı uzanabilen devlet modeliyle sistemli bir terör siyaseti yürütmüş; Batı’nın bu konuda sergilediği ikiyüzlü tavır da bu politikayı cesaretlendirmiştir.

Dr. Abdürrahman Qasımlo'nun öldürülmesi, bir insanın susturulmasından öte; bir milletin barışçıl çözüm yollarına olan inancının da hedef alınmasıdır. Qasımlo şahsında yok edilmek istenen, Kürt ulusal taleplerini şiddet dışı yollarla savunan, diyalogdan yana, laik-demokratik bir çizgidir. Onun Ben bir barış adamıyım sözleri, hâlâ İran’daki milletlerin, özellikle Kürt milletinin özgürlük mücadelesinde yankı bulmaktadır.

Dr. Qasımlo’yu ve onunla birlikte öldürülen tüm muhalifleri anmak; yalnızca bir yas biçimi değil, aynı zamanda hafızayı koruma ve gelecek kuşaklara adalet talebini aktarma sorumluluğudur.

Her ne kadar teröristlerin kurşunlarına hedef olmuş olsa da, Dr. Qasımlo'nun ölümü sadece bir suikast değil, planlı bir siyasi infazdır. O, katledilmeden üç gün önce Amerika’ya giderek siyasi mücadelesini orada yeni bir zemine taşımayı planlıyordu.

Diplomasiye ve barışçıl çözüme inanan bir lider olarak, İran’daki Kürt milletinin haklarını uluslararası alanda savunmayı sürdürmek istiyordu. Ancak İran’daki karanlık rejim, onun sesinin dünya kamuoyuna ulaşmasından korktu ve bu ihtimali ortadan kaldırmak için kalleşçe bir pusuyla onu susturdu.

Ne yazık ki bu suikast, yalnızca bir insanın değil, aynı zamanda bir halkın barışçıl çözüm umutlarının da hedef alınmasıydı. Qasımlo'yu unutmamak, sadece bir yas tutumu değil; aynı zamanda hafızaya sahip çıkmak ve zalimin unutturmak istediği hakikati her kuşakta yeniden dile getirmektir.

Onu saygıyla, minnetle ve derin bir özlemle anıyorum.

Mücadelesi yolumuzu aydınlatmaya devam edecek.

 

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)


 

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli