Kürt sorununu çözmek için gösterilen çabalar
Cumhuriyetin ilk yüzyılında Kürt sorununu çözmek için yaklaşım üç hâl olarak değerlendirilebilir:
Birinci çözüm hâli: Cumhuriyet kurucularının ortaya koyduğu ve Turgut Özal’a kadar devam eden, Kürtleri asimile etmek, yok saymak, inkâr etmek ve tarihte Kürtlere ait ne varsa silmek.
İkinci çözüm hâli: Kürt aydınını, Kürt iş insanını, Kürt yazarını, çizerini, eli kalem tutanı, velhasıl “Ben Kürdüm” diyeni ortadan kaldırmak. Askeri darbeler ve beyaz Toroslar bunun örnekleridir.
Üçüncü çözüm hâli: Rahmetli Turgut Özal’ın ve devamında Sayın Tayyip Erdoğan’ın tarihsel perspektif ışığında kardeşlik, kaderdaşlık ve ortak miras şuuru ile çözmeye çalışmalarıdır.
Lozan Antlaşması ve sonrası
Lozan Antlaşması’nda İsmet İnönü kendini Kürtlerin ve Türklerin temsilcisi olarak gösteriyordu. Mustafa Kemal de buna izin veriyordu. Antlaşma imzalandıktan sonra 1924 Anayasası gündeme girdi ve sonraki süreçte Musul-Kerkük Misak-ı Milli’den vazgeçildi. Osmanlı Kürtleri üçe bölünmüştü. I. Dünya Savaşı’nın emperyalist güçleri İngilizler ve Fransızlar, petrol ve verimli toprakları göz önüne alarak sınırları kendi çıkarlarına göre çizmişlerdi.
1916 yılında, I. Dünya Savaşı devam ederken Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu’daki topraklarının İngiliz diplomat Sir Mark Sykes ve Fransız diplomat François Georges-Picot arasında (daha sonra Rusya’nın da katılımıyla) gizlice paylaşılması için Sykes-Picot Anlaşması müzakere edilip hazırlanmıştır. Bu anlaşma, bölgenin bugünkü siyasi haritasının şekillenmesinde büyük bir etkiye sahiptir.
Mele Mustafa Barzani
1968 yılında Mele Mustafa Barzani, dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a ve Başbakan Süleyman Demirel’e hitaben gönderdiği mektupla, Kürt halkının Irak’taki Arap yönetimi tarafından gördüğü baskıyı ve imha edilme tehlikesini bildirerek Türkiye’den yardım talep etmiştir.
Barzani, uluslararası anlaşmalarla çizilen sınırların keyfiliğine dikkat çekerek şöyle demiştir: “Bize kızıyorsunuz, ama sınırları ne siz tespit ettiniz ne de biz tespit ettik.”
Mektubun ana temasını oluşturan ve Kürt halkının durumunu anlatan kısım ise şöyledir: “Biz, sizin kardeşiniz ve dindaşınız olan mazlum bir milletiz. Büyük Türk hükümeti, bizden niçin lütfunu esirgiyor? Biz, Osmanlı’nın çocuklarıyız. Kader bizi Türk kardeşlerimizden ayırdı. Şimdi biz, bu topraklarda özgürlük mücadelesi veriyoruz. Bizi sindirmek isteyen Irak ordularına karşı kendimizi savunuyoruz.”
Adnan Menderes
Cumhuriyetin kuruluşundan 1950’ye kadar Kürtlerin adı yoktu; asimile edilecek ve yok sayılacaklardı. Merhum Adnan Menderes döneminde Kürtlerin isyanlara karışmış ileri gelen ailelerinin çocuklarının bir kısmı Meclis’e taşınmıştır.
Turgut Özal
Devletin asimilasyon ve yok sayma projesinin ülkeye, Türklere ve Kürtlere huzur getirmeyeceğini ilk olarak merhum Turgut Özal dillendirmiştir. Tarihi referanslara dayanarak kardeşlik esasları üstünde Kürt sorununu çözmeye çalışmış, Kürt halkına kardeşlik elini uzatmıştır. Irak Kürdistan Bölgesi ile sıcak ilişkiler kurmuş ve Türkiye’nin Kürt sorununu çözmeye çalışmıştır.
Özal, Cumhurbaşkanı sıfatıyla ilk olarak kendi oğlunun düğününde Kürtçe müzik çaldırmış, 25 Ocak 1991’de Türkçe dışındaki dillerde (Kürtçe, Lazca, Çerkesçe vb.) konuşmayı ve şarkı söylemeyi yasaklayan 2932 sayılı Kanun’u yürürlükten kaldırmıştır.
Ancak ne yazık ki rahmetli Turgut Özal’ın bu çabaları; kendi hayatına ve onunla paralel düşünen komutanların hayatına mal olmuştur.
1. 17 Şubat 1993: Orgeneral Eşref Bitlis, Jandarma Genel Komutanıydı. Kürt sorununun çözümüne dair farklı görüşleri ve raporları olduğu biliniyordu. 17 Şubat 1993’te, yani Özal’dan yaklaşık iki ay önce, bindiği uçağın Ankara’da düşmesi sonucu hayatını kaybetti. Ölüm nedeni resmî olarak kaza olsa da suikast iddiaları uzun süre gündemde kaldı.
2. 17 Nisan 1993: Turgut Özal’ın vefatı. Resmi kayıtlara göre 17 Nisan 1993’te kalp krizi sonucu hayatını kaybeden Turgut Özal’ın ölümü, otopsi sonuçlarında zehir bulunması ve eşi Semra Özal’ın zehirlenme iddiaları nedeniyle yıllarca tartışma konusu olmuştur.
3. 22 Ekim 1993: Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, Diyarbakır’ın Lice ilçesinde uğradığı suikast sonucu yaşamını yitirmiştir. Olay tarihinde Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı olarak görev yapıyordu. Ölümü, dönemin en çok konuşulan faili meçhul olaylarından biri olmuş ve beraberinde pek çok şaibe getirmiştir.
4. 4 Kasım 1993: JİTEM’in kurucularından olduğu iddia edilen emekli Binbaşı Cem Ersever, Ankara Elmadağ’da ölü bulundu. Ölümü suikast olarak kayıtlara geçti ve 1993’teki faili meçhul cinayetler zincirinin bir parçası olarak görüldü.
Bu kadar arka arkaya generallerin ve cumhurbaşkanının ölümü, suikastları ve kazaları tesadüf olamaz.
Gerçekten de rahmetli Turgut Özal Kürt sorununu çözmek istiyordu. Samimiydi, cesurdu ve vizyonu oldukça genişti. Hem dünyayı iyi okuyordu, tarih bilincine sahipti hem de Türkiye halkını iyi tanıyordu. O günün siyasetçilerine göre vizyonu en az 50 sene ilerideydi.
Beyaz Toroslar dönemi
Turgut Özal’dan sonra faili meçhuller ve beyaz Toroslar dönemi başladı. Türkiye’de saygın Kürt iş insanları, aydınları ve din alimleri tek tek öldürüldü. Bir tarafta siyasi baskılar, faili meçhuller; diğer tarafta il ve ilçelerin sokaklarında askeri araçlarla halkı taciz etmeler devam etti.
Arzulananın aksine bu siyasi tutum tam ters etki yarattı. O güne kadar çatışmadan ve silahlı hak arama biçimine mesafeli olan halk, tam tersine daha da yaklaştı. Dolayısıyla faili meçhul ve beyaz Toroslar dönemi Türkiye’nin tarihinde kara bir leke olarak durmaktadır.
SHP ve HEP İttifakı
Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ile Halkın Emek Partisi (HEP) arasında, Kürt siyasetçilerin Meclis’e girmesini sağlayan 1991 Genel Seçimleri öncesinde ittifak yapıldı. SHP, kapatılma riski altındaki HEP adaylarını kendi listelerinden gösterdi. HEP’li Kürt siyasetçiler TBMM’ye girdi, ancak daha sonra Meclis’te yaşanan Kürtçe yemin krizi ve HEP’in kapatılmasıyla gerginlikler yaşandı. Bu, Kürt siyasi hareketinin Türkiye siyasetinde legal zeminde ilk büyük temsilini sağladı fakat aynı zamanda Kürt sorununun siyasi kutuplaşmasında önemli bir dönüm noktası oldu.
Aynı SHP’nin 18. dönem milletvekili Fuat Atalay, tüzüğün Kürtçe yazılmasını istediği için partiden atıldı.
Erdoğan ve AK Parti dönemi
2000’e gelindiğinde Türkiye kötü idare yüzünden ekonomik dar boğaza girmişti. Kürt sorunu büyüktü. Anadolu’nun köy ve kasabalarından büyükşehirlere yerleşenler kentlerin sosyolojisini değiştirmişti. 28 Şubat kararları ile dindarlar üzerinde acımasız baskılar kurulmuştu.
Bu şartlar altında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni idare etme deneyimini ve özgüvenini kazanan Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde 2002’de AK Parti kuruldu. AK Parti; liberallerden, demokratlardan, mağdur dindar kesimden, Kürtlerden, büyük şehirlerin kenar semtlerine yerleşen Anadolu insanlarının hepsinden destek alıyordu.
AK Parti kuruluşunda çemberini geniş tutmuş; Kürtlerden, Alevilerden, liberallerden, demokratlardan, milliyetçilerden, laiklerden velhasıl ülkenin bütün kesimlerinden insanlara yer vermişti.
AK Parti argümanını ve siyaset stratejisini “3Y” ile formüle ediyordu: yasaklarla mücadele, yolsuzlukla mücadele ve yoksullukla mücadele.
• Yasaklarla mücadele: Dindarlar üzerindeki başörtüsü yasağına, liberal ve demokrat insanlara yönelik yasaklara ve Kürtler üzerindeki baskılara karşılık veriyordu.
• Yolsuzlukla mücadele: Rüşvet, yolsuzluk, adam kayırma ve ülkeyi idare edememe bataklığına karşı temiz siyaset için mücadele ediyordu.
• Yoksullukla mücadele: Büyük metropollerin kenar mahallelerine yerleşen fakir Anadolu halkından karşılık buluyordu.
AK Parti 2007’ye kadar parti kapatma davaları ve devletin yerleşik statükosunun mukavemeti ile mücadele etti. 2007’den sonra merhum Turgut Özal’ın kaldığı yerden devam etmeye çalıştı.
2009–2011 demokratik açılım süreci
(Ocak 2010’da “Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi” adını almıştır.)
Bu süreçte AK Parti verdiği sözleri bütün karşı mukavemete rağmen yerine getirmeye çalıştı. AK Parti’nin ikinci dönemi (2007–2011) içinde Kürt sorununun çözümü için yapılan görüşmeler genellikle Oslo süreci olarak bilinir ve 2009 yılında başlamıştır.
Bu süreç, demokratik açılımın da başlatıldığı dönemdir. Ancak daha çok bilinen ve “Çözüm Süreci” olarak adlandırılan resmi müzakereler 2013–2015 yılları arasında gerçekleşmiştir. Bu süreçte birçok adım atılmıştır:
1. Başörtüsü ve tesettür yasağı kaldırıldı.
2. Parti kapatma yasaları değiştirildi. Zira Türkiye yıllarca dindar ve Kürt partilerini kapatma “müzesi” olmuştu. HEP’in devamı olan partiler bu süreçten sonra kendi amblemleri ve siyaset stratejileri ile seçime girebildiler.
3. 1 Ocak 2009’da TRT Kurdî (TRT 6) açıldı.
4. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn adlı eserini Kasım 2010’da yayımladı.
5. Kürt sorununun sadece terör sorunu değil, kimlik sorunu temelinde ele alınması gerektiği fikri merkeze alındı. Kürtlerin varlığı ilk kez kabul edildi.
6. Ekim 2009’da bir grup PKK mensubu Türkiye’ye giriş yaptı ve kamuoyunda geniş yankı uyandırdı.
7. 2010’da 12 Eylül Anayasası’nın 26 maddesinin değişimi için referanduma gidildi. Yüksek oyla kabul edildi.
8. Türkiye’de üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı (Kürdoloji) lisans programları ilk olarak 2011–2012 eğitim-öğretim yılında Mardin Artuklu Üniversitesi’nde açıldı. Daha sonra Bingöl ve Muş Alparslan Üniversitelerinde de bölümler kuruldu.
Tayyip Erdoğan “kızılcık şerbeti içtim” diyerek elini, kolunu hatta gövdesini koyup kardeşlik ve tarih perspektifi ile çözmeye çalıştığı bu süreç; Oslo görüşmelerinin ses kayıtlarının sızdırılmasıyla 2011’de büyük bir krize neden oldu. Sürecin bozulmasında FETÖ’nün rol oynadığı anlaşıldı. Özellikle 7 Şubat 2012 MİT kumpası soruşturması iddianamelerinde, Oslo görüşmelerine ait ses kayıtlarının olduğu hard diskleri bu yapının yerleştirdiği iddia edilmiştir.
2013–2015 çözüm süreci
O dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan ve AK Parti’nin çabası ile 2009–2011 arasında süren Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi; FETÖ’nün sabotajları, Habur’da yaşanan krizler ve taraflar arasındaki güvensizlik nedeniyle bozulunca yeni çözüm süreci daha resmi formatta başladı.
Kürt sorununa kalıcı bir çözüm bulma amacıyla 2013–2015 arasında yürütülen Çözüm Süreci, Türkiye Cumhuriyeti devleti ile Öcalan ve KCK/PKK arasında yürütülen en kapsamlı barış girişimi oldu.
Süreç, 2012’nin sonlarında MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın İmralı’da Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmelerle fiilen başladı. Sürecin en üst düzeydeki siyasi iradesini dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti hükümeti temsil etti.
Sürecin temel mekanizması, MİT ile İmralı’daki Öcalan ve Kandil’deki KCK/PKK yöneticileri arasında kuruldu. HDP milletvekilleri de İmralı–Kandil–Ankara arasında “arabulucu/gözlemci” heyetler olarak önemli rol oynadı.
Atılan Adımlar
• Ateşkes ve çekilme: 21 Mart 2013 Nevruz’unda Öcalan’ın çağrısıyla PKK ateşkes ilan etti ve örgüt üyelerinin bir kısmı Türkiye sınırları dışına çekildi.
• Yasal zemin: 2014’te “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” çıkarıldı.
• Akil İnsanlar Heyeti: 63 kişilik heyet ülkenin yedi bölgesinde halkla toplantılar düzenledi.
• TRT Kurdî’nin güçlendirilmesi.
• Özel okullarda anadilde eğitim imkânı.
• Seçmeli Kürtçe derslerin müfredata girmesi.
• Sembolik adımlar: Diyarbakır’da Mesut Barzani ve Şivan Perwer’in katıldığı açılış töreni.
• Rojava Kürtleri ile ilişkiler: Salih Müslim ile temaslar, Süleyman Şah Türbesi konusunda iş birliği.
Sürecin Bozulması
Ne yazık ki süreç tek başına Erdoğan ve hükümet tarafından yürütülüyordu. Devlet içindeki klikler, muhalefet partileri, dış güçler ve Kandil’deki yapılar sürece karşıydı.
2014 Kobanê olayları, Suruç Katliamı (20 Temmuz 2015), Ceylanpınar saldırısı (22 Temmuz 2015) ve ardından başlayan çatışmalar süreci sona erdirdi. Dolmabahçe Mutabakatı sonrası yaşanan kriz de sürecin siyasi zemininin zayıflamasına neden oldu.
2015 ortalarında süreç tamamen bozuldu ve bölgede yeniden çatışmalı bir dönem başladı.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın