Devletsizlik koşullarında milliyetçilik: Kürt kimliğinde varlık refleksi olarak ulusal bilinç

31-07-2025
Hüsamettin Turan
Etiketler Ulus-Devlet Kürt Milleti Hüsamettin Turan
A+ A-

Ulus-devletlerin siyasal ve hukuki çerçevesi içinde milliyetçilik çoğunlukla bir ideoloji olarak tartışılır.

Fransız, Japon ya da Türk gibi yerleşik devlet yapısına sahip uluslarda milliyetçilik, bireysel bir yönelimi ya da politik bir tercihi ifade edebilir; bireyin sağcı, muhafazakâr ya da milliyetçi olup olmadığı, siyasal eğilim düzeyinde değerlendirilir.

Oysa bu çerçeve ...

Devletsiz uluslara uygulandığında analitik olarak çöker. Kürtler gibi modern devlet sistemine entegre edilmemiş, aksine parçalanmış, bastırılmış ve yok sayılmış bir halk söz konusu olduğunda milliyetçilik bir fikir olmaktan çıkar, varoluşsal bir zemine dönüşür.

Kürt milliyetçiliği, düşünsel bir akımdan ziyade, bu yokluk karşısında bir direnç ve anlam inşası biçimidir. Varlık felsefesi açısından bakıldığında, milliyetçilik devletsiz bir millet için bir ideoloji değil, kolektif varoluşun bilinci ve sürekliliğidir. Devletin olmadığı koşullarda ulus, kendini ancak bu bilinç aracılığıyla korur ve tanımlar.

Moderniteyle şekillenen ulus-devlet sistemi, kültürel homojenlik ve merkeziyetçi hukuk ilkeleri etrafında inşa edildi.

Fransız Devrimi’nden bu yana ulus-devletler, kendi içlerinde ulus yaratma süreçlerini, eğitim, dil, kamu kurumları ve hukuki vatandaşlık mekanizmalarıyla yürüttüler. Bu mekanizmalar, bireyin milliyetçi olup olmamasını önemsizleştirir; çünkü birey, zaten doğduğu andan itibaren ulusal kimliğe hukuken ve toplumsal olarak eklemlenmiştir.

Fransız bir birey, Fransız milliyetçisi olmadığı hâlde Fransız’dır; çünkü devleti, dili, eğitimi ve hukuku onu bu aidiyetin içine alır.

Bu durum, Michael Billig’in ortaya koyduğu banal milliyetçilik kuramıyla da açıklanabilir. Bayraklar, marşlar, kimlik belgeleri, resmi dil kullanımı gibi gündelik ve görünmez pratikler üzerinden ulusal kimlik sürekli yeniden üretilir.

Bu sıradan milliyetçilik biçimi, devlet sahibi uluslarda o kadar içselleşmiştir ki, milliyetçi bir tutum takınmak için milliyetçiliği düşünmek bile gerekmez. Yani, Fransız ya da Japon olmak için milliyetçi olmak gerekmez; çünkü o kimlik zaten toplumsal olarak kabul edilmiştir.

Kürtler için bu koşullar yoktur.

Kürt milleti, dört ayrı ulus-devletin sınırları içinde bölünmüş, dili yasaklanmış, tarihi inkâr edilmiş ve eğitim kurumlarından dışlanmış bir halktır. Ne bir Kürt devleti ne de uluslararası tanınmış bir hukuki statüsü vardır. Bu nedenle Kürt kimliği, sadece etnik ya da kültürel bir unsur değil, aynı zamanda politik ve varoluşsal bir meseledir.

Milliyetçilik burada bir seçeneği, ideolojik yönelimi değil; süreklilik arz eden yokluk koşullarına karşı bir kimlik bilincini ifade eder. Devlet sahibi ulusların sahip olduğu banal aidiyet alanları, Kürtler için her gün yeniden kazanılması, inşa edilmesi gereken zor alanlardır. Bu nedenle milliyetçilik, Kürt birey için bir ideolojik yönelim değil, yoklukla şekillenen varlık arayışıdır.

Bu bağlamda Kürt milliyetçiliğini diğer milliyetçiliklerle aynı teorik çerçevede değerlendirmek indirgemeci olur.

Çünkü ...

Örneğin Alman, Fransız ya da Japon milliyetçiliği devlet kurmuş ya da devlet tarafından kurumsallaştırılmış milliyetçiliklerdir.

Oysa Kürt milliyetçiliği devletsizliğe karşı bir kendini koruma içgüdüsüdür. Bu bağlamda Benedict Anderson’un hayali cemaatler kavramı ya da Gellner’in milliyetçiliği sanayi toplumunun ürünü olarak tanımlaması, Kürt gerçekliğiyle sınırlı düzeyde kesişebilir. Çünkü Kürtler için cemaat sadece hayal değil, aynı zamanda yokluk koşullarında var edilmek zorunda kalınan bir sığınaktır.

Kürt milliyetçiliğinin bu varoluşsal niteliği, onu ideolojik fraksiyonlara ait dar bir dil olarak sunan yaklaşımlarla da çelişir. Modern ulus-devletlerin yurttaşlarına sunduğu kamusal aidiyet alanı Kürtlere kapalıdır.

Ne resmi dilde konuşma hakkı ne de kamusal bir Kürt kimliğiyle eğitim, hukuk ve siyaset alanında var olma imkânı tanınmıştır. Bu nedenle Kürt bir birey, kendisini anlamlandırmak için doğal olarak ulusal aidiyete yönelir.

Aidiyet, burada soyut bir kimlik tercihi değil, hayatta kalma biçimidir. Bu milliyetçilik, bireyi herhangi bir ideolojik kampın içine sokmaz; aksine, halkın kültürel ve tarihsel sürekliliğiyle temas hâlinde kalarak, onu varoluşsal olarak tanımlar.

Kürt milliyetçiliği bu bağlamda her Kürt bireyin taşıdığı potansiyel bir bilinçtir. Bu bilinç kimi zaman politikleşir, kimi zaman bastırılır, kimi zaman bireysel düzlemde yaşanır.

Ancak

Her hâlükârda milliyetçilik burada bir politik görüş değil, ulusal yokluk hâline karşı verilen anlam arayışıdır. Bu anlamıyla Kürt milliyetçiliğini, örneğin Türk, Arap ya da Fars milliyetçiliğiyle aynı düzlemde tartışmak tarihsel gerçekliği saptırmak olur. Çünkü biri bir ulusun diğerleri üzerindeki tahakkümünü, diğeri ise bu tahakküme karşı ulusal varoluşun yeniden inşasını temsil eder.

Bu bağlamda, Kürt milliyetçiliğini bir ideolojik eğilim gibi sunmak, onun tarihsel, sosyolojik ve siyasal bağlamını görmezden gelmektir.

Kürtler için milliyetçilik, bir tercihten çok, sürekli bastırılan kimliğe karşı bir varlık alanı yaratma refleksidir.

Devlet sahibi ulusların gündelik milliyetçiliği nasıl sıradan bir vatandaşlık pratiği olarak işliyorsa, Kürt milliyetçiliği de devletsizliğin ve inkârın içinden doğan tarihsel bir zorunluluk olarak anlaşılmalıdır. Bu nedenle milliyetçilik, Kürtler için bir fikir değil, bir zemin yokluğunun doğal sonucu ve bu yokluğa karşı verilen kolektif bir cevaptır.

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli