Asırlık statüko: Kürtlerin ertelenen hakları ve uluslararası vicdanın sınavı

06-08-2025
Hüsamettin Turan
Etiketler Hüsamettin Turan Kürtler Statüko Hak Vicdan
A+ A-

Kürt milletinin yüzyılı aşkın bir süredir içinde tutulduğu tarihsel statüko, yalnızca bölgesel güçlerin değil, küresel emperyal odakların da sistematik rızası ve yönlendirmesiyle inşa edilmiştir.

Bu statüko, Kürtlerin 'kendi kaderini tayin hakkını' her defasında önce gündeme getiren, sonra bir gerekçeyle erteleyen, sonunda da bastıran bir siyasal mekanizma olarak işlemektedir.

Şeyh Mahmud Berzenci'nin 1919'dan itibaren İngiliz mandasına karşı yürüttüğü mücadele, bu sistemin nasıl işlediğini göstermesi bakımından tarihsel bir eşiktir. İngiltere, Kürtlerin iradesini tanımak yerine onu denetim altına alma ve gerektiğinde ortadan kaldırma stratejisini benimsemiş; Berzenci gibi direnişçi liderleri önce kullanmış, sonra tasfiye etmiştir.

Aynı dönemde Ankara hükümeti, İngiltere'ye doğrudan bir cephe açmamak için Kürtlerle geçici bir taktik ittifak kurmuş, Cizre'deki 4. Kolordu üzerinden Berzenci'ye silah ve mühimmat göndermiştir. Mustafa Kemal'in kolordu komutanına çektiği telgrafta yer alan "İngilizlerle ihtilaflar uzlaşmaz boyutlara varıncaya kadar Kürtlere yardıma devam edin" talimatı, bu ittifakın sınırlarını açıkça ortaya koymaktadır.

Bu noktada dikkat çekici olan, Kürtlerin kendi ulusal gelecekleri için değil, iki sömürgeci güç arasındaki hesaplaşmada bir taktik araç olarak değerlendirilmiş olmalarıdır. Kürtlere verilen destek, onların haklarını tanımaya değil, anlık bir siyasal avantaj sağlamaya dönüktür. İngiltere ile diplomatik denge kurulduğunda destek kesilmiş, bu kez Türkler ve İngilizler aynı masada uzlaşmıştır. Kürt milleti böylece daha ilk andan itibaren uluslararası sistemin gözünde, hakkı teslim edilecek bir özne değil, denetlenecek bir nesne muamelesi görmüştür.

Aradan geçen yüzyılda sahnedeki aktörler, söylemler ve yöntemler değişse de temel oyun değişmemiştir. Rojava'da yaşanan gelişmeler, yüz yıl önce Süleymaniye'de, Hakkâri'de, Mahabad'da, Dersim'de yaşananların yeni versiyonudur. IŞİD'e karşı yürütülen savaşta Batı'dan destek alan Kürt güçleri, savaş sona erdiğinde sistemin yeniden işleyen çarklarına takılmıştır. Silahların sustuğu, masaların kurulduğu anlarda Kürtler yeniden "stratejik yük" konumuna itilmiş, Türkiye'nin NATO içindeki rolü, enerji politikaları ve "güvenlik kaygıları" ön plana çıkmıştır.

Bu çelişki sadece realpolitik akılla açıklanamaz. Aynı zamanda Kürt milletine tarih boyunca biçilen "tarih dışı" statünün kurumsallaşmış sürekliliğinden kaynaklanır. Kürtler ne Lozan'da tanınmış ne Birleşmiş Milletler sisteminde özneleşebilmiş ne de uluslararası hukukun koruyucu mekanizmalarıyla güvence altına alınmıştır. Oysa benzer süreçlerden geçmiş halklar –Doğu Timor, Güney Sudan, Eritre gibi– ya referandumla ya da uluslararası inisiyatifle kendi kaderlerini tayin etmiştir. Kürt milleti ise sürekli bekletilmiş, bastırılmış, ötelenmiş, "günü gelmemiş hak" kategorisine mahkûm edilmiştir. Bu da hak talebinin koşula bağlandığı, meşruiyetin merkezlerden "bahşedildiği" bir adaletsizlik rejiminin göstergesidir.

Ortadoğu'nun güncel siyasal mimarisinde bu statükonun yeniden ve yeniden üretilmesinde enerji politikalarının ve güvenlik merkezli stratejilerin belirleyici rolü vardır. 1960'lı yıllardan itibaren Arap milliyetçiliği zemininde iktidarlaşan BAAS rejimleri, Irak'ta ve Suriye'de Kürtleri ya sürgünle ya inkârla ya da doğrudan yok etmeyle karşı karşıya bırakmıştır. Fakat bu rejimlerin çözülmesiyle birlikte, özellikle Suriye'nin zayıflamasıyla, ABD ilk kez Arap petrol yollarını ve üretim merkezlerini tam kontrol altına almıştır. Ne var ki bu stratejik değişiklik, Kürtlere bir statü getirmemiştir. Yüz yıl önce olduğu gibi, Kürtlerin yükselişi emperyal denklemlerin yeniden kurulmasına yol açmakta; ancak bu yeniden kuruluş her defasında Kürtleri dışlayan bir denklem olarak çalışmaktadır.

Son söz yerine

Eğer bir halkın mücadelesi bir asır boyunca sistematik biçimde bastırılıyorsa, sorun o halkta değil; o mücadeleyi bastırmak için ittifak kuran sistemdedir. Kürt milleti artık gecikmiş ama meşru bir hakkın sahibidir. Bu hakkı talep etmekten değil; daha fazla ertelemekten utanılmalıdır. Çünkü bu hak yalnızca Kürt milletine ait değil, insanlığın ortak vicdanına aittir. Kürt meselesi artık sadece ulusal değil, evrensel bir hak ve ahlak meselesidir. Emperyalizme karşı yürütülen sahte söylemlerle değil, Kürt milletinin özgürlüğüyle ölçülmelidir hakikat. Vicdanın, tarihin ve insanlığın sınavı tam da budur.

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli