Özgür Özel ve partisi, İmralı'ya üye göndermeyerek rotasına karar vermiş ve sonraki açıklamalarıyla da ahval ve şeraitini daha açık beyan etmiştir.
CHP lideri Özgür Özel’i bu yazının konusu haline getiren derin ‘mevzu’, sarsıcı ve yıkıcı olduğu kadar gerçektir. Yıkıcılığının büyüklüğü ve dolayısıyla gücü, Kürtler açısından kurucu bir yakıta dönüşme potansiyeli taşıdığından üzerinde titizlikle durulmalıdır.
DEM Parti adına yapılan açıklamalara bakıldığında, haddinden fazla bir nezaket ve cılız bir geçiştirme göze çarpıyor. Ezilenlerin –durum fark etmeksizin– sergilediği siyasi nezaket ve hoşgörünün kimi zaman adabımuaşeret kisvesine bürünmüş bir “ezilen pedagojisi” olduğunu göz önüne alırsak, Özgür Özel’e verilecek cevabın konunun kışkırtıcılığına binaen en azından “köşeye çekip yakasından tutmak” kabilinden olması beklenirdi.
Zira Özgür Özel, Kürtlerin yüz yıllık kurbanlık hikâyesinin mimarı ve kurucu partisinin dümeninde oturmaktadır.
Özel’in sura üflediği boşluk, her bir Kürt’ü hem kolektif hem de bireysel olarak ilgilendiren bir boşluktur. Mesele, her birimiz için şahsidir aynı zamanda. Bu nedenle DEM Parti adına verilen cevapları yalnızca birer işaret saymak durumundayız. Asıl işaret, Kürt halkının her bir ferdinin o şahsi hesap alanından başlayarak vereceği kolektif cevaptır ve bu cevap, görün bakın, her zaman olduğu gibi siyasetin ve siyasetçilerin çok daha ilerisinde ve daha okkalı olacaktır.
Özgür Özel’in tutumunu “mevzu” olarak adlandırmamın nedeni; yapısal ve sistematik bir hakikati, kişi, ifade veya kavram açısından tekilleştirme yanlışlığına düşmemektir. Çünkü Özel’inki aslında bir “yakalanma” hâlidir. Kurucu ideolojik literatürü konuşturmuştur. Çektiği tuğlayla tüm kavramları ve tüm duvarları birbirinin altında bırakacak bir yerden konuşmuştur. Tanrısıyla konuşan Özgür Özel, Kürt’e nereden baktığını ifşa etmiştir. Bu aynı zamanda bir karar verme biçimidir.
CHP, İmralı kararıyla ilgili meseleyi “açık oylama–kapalı oylama” bahanesine sığınarak savunsa da Kürtler “mevzu”yu çoktan anlamıştı. Özgür Özel bu sözleriyle gizlenmeye çalışılanı acemice masaya boca etmiştir.
Madem Özel “cellat” ve “Stockholm Sendromu” metaforlarını iştahla sıralamıştır, o hâlde soralım:
Evet doğru ama bu halet-i ruhiye 23 yıl önce mi başladı yoksa 100 yıl önce mi? Bu aşkın ve sendromun politik ve kültürel zemini ilk ne zaman ve kimler tarafından oluşturuldu? Son 23 yıl, kurucu ve yapısal olanın zeval görmediği, yalnızca suret değiştirdiği koca bir yüzyılın temsili çeyrek bir parçası değil midir?
Özel, uykusuz kaldığı akşamlarda çitten atlayan koyunlar yerine bu aşkın ve sendromun son yüzyılda kaç kez zuhur ettiğini saysa uykuya dalması işten bile olmayacaktır. Özel’in türediği fikir havzası, dünyanın hafızasına Kürtlerle “mevzusu olan” bir devlet olarak geçmiştir. Bu mevzunun kökleri şimdiki zamanı aşar, onu yutar ve çok daha derine uzanır. Bu derin mevzuyu şimdiyle sınırlamaya çalışmak –seleflerin değil haleflerin aşkı da devreye girse– hafızanın itirazıyla kaçınılmaz olarak başarısızlığa uğrar.
Zira mevzu; bir teori, yorum ya da varsayım değil. “Ne Mutlu Türküm Diyene” şiarında vücut bulmuş; Şark Islahat Planı, Türk Ocakları, Milli Eğitim müfredatı, anayasa ve manipüle edilmiş fiziki-kültürel soykırımların belgeleriyle sabit gerçek bir mevzudur.
Mevzunun ceremesini bugün tüm ülke her açıdan krizde olmakla ödemektedir. Asimilasyonun bir kültür-kırım, dolayısıyla cellatlık olduğu konusunda dünyanın hemfikir olduğuna dair bir kuşku var mıdır? Kürtlerin özgürlük sorununun dünya nezdinde kabul görmüş bir hakikat olduğu tartışmalı mıdır?
Şimdikiler, öncekilerin halefi olduğunu unutturmaya çalışsa da Özel, Kürtlerin ilk celladı bulmak için kazılacak tünelin kendi koltuğuna ulaşacağını iyi bilmektedir.
Özgür Özel aslında ifşa olmamış mıdır? Bu sözü duyan her biriniz “helciniqî” olmadınız mı? Bir irkilme, bir iç sıkıntısı yaşamadınız mı?
Ben yaşadım.
Özgür Özel, asimilasyon rendesinin zihnimde, anlam evrenimde ve dil dünyamda yarattığı travmayı tetikleyerek günlerdir başımı ağrıtıyor.
Kürtler, DEM Parti’nin Özel’i “halden anlayan, ezilmişler mahallesinden gelen, demokrat ve çağdaş, dolayısıyla eşitlikçi biri” olarak önemsediğini düşünüyordu. İmralı’ya gitmeme kararıyla şimdilik yalnızca DEM Parti’nin abartılı nezaketi ve hoşgörüsüne maruz kalmış olsa da Kürtler tarafından gösterilmesi gereken esas tepkiyi en yakın seçimde göreceğiz.
Sözlerinin altındaki tarihsel dehlizin, Kürtlerin istisnasız tamamı için omurga kemiği hizasında bir mesele olduğunu bilmeyecek kadar verimsiz bir fikrî havzadan konuşan CHP lideri, kendisi ve partisiyle Kürtler arasına dönüşü olmayan bir bomba bırakmıştır.
Zira mesele, değinildiği üzere, DEM Partili olup olmamayı aşan bir meseledir.
Eğer mevzu bir cellat ve ona aşık Kürt meselesiyse, Özgür Bey için bu “aşkın” süresi mevcut iktidarın ömrüyle sınırlı olabilir.
Ama Kürtler açısından bu aşkın ömrü 100 yıldır. Dolayısıyla tartışmaya, partisinin Cumhuriyeti ilan ettiği gün başlamak zorundayız. Madem Stockholm Sendromu gibi bilimsel bir diskurdan konuşuyoruz; aynı metodolojiyle geriye, en başa kadar gitmek zorundayız.
Madem kendisi cerrahi hassasiyet gerektiren bir meseleye buldozerle daldı; o hâlde biz de kurucu ideolojinin Kürtleri inkâr, imha, iskân ve asimilasyon paradigmasına tabi tutmak için kurguladığı devlet mimarisinin ilk gününe kadar götürmek zorundayız makarayı.
Lafı evelemenin zamanı değil; eğri oturup doğru konuşalım: Özel, DEM Parti’nin devletin son 23 yıllık idarecileriyle yapısal bir sorunu çözmek üzere girdiği çözüm süreci mesaisine binaen kuruyor cümleyi.
Bunu da iktidarın önceki dönemlerde Kürt siyasal hareketine yönelik baskı ve operasyonlarını hatırlatmak için yapıyor. Ama baltayı vurduğu yerden başlayan çatlak, kendi partisinin genel merkezinden çıkıyor.
Özel, farkında olmadan Kürtlerin cellatlarıyla siyasal, psikolojik ve duygusal mesailerinin dün değil, tam 100 yıl önce başladığını yeniden hatırlatmıştır. Zîlan, Koçgiri, Dersim ve daha küçük ölçekli “cellat–kurban” hikâyelerinden 90’lı yılların karanlık sayfalarına kadar süregiden tüm bu “aşk” sistematiği; Özel’in bugün genel başkanı olduğu kurucu fikrin hukuk, yargı, güvenlik ve kolluk doktrinleriyle bugüne taşınmıştır.
Gelecek nesillerin insanlığa karşı suçlar kategorisinde ele alacağı asimilasyon pratiğinin bir cellat pratiği olduğunu bilmek için CHP Genel Başkanı olmak gerekmiyor.
Güncel iktidarların, yapısal ve sistemsel resmi ideolojinin yalnızca temsilcisi olduğunu Kürtlere unutturmaya çalışan siyasi yarışların manipülatif argümanları; bir yerden sonra her Kürt’ün zihninde gerçekliğini yitirmeye mahkûmdur.
Özgür Bey bilmelidir ki meseleyi çözecek olan, son iktidarın lağvı değil; kurucu resmi sistemin lağvedilmesidir. Sistem lağvedilmediği sürece cellatlar değişse de tüm cellatlar ilk celladın soyundan mirasçılardır. Kürtlerin derdi değişen mirasçılarla değil, mirasın kendisiyledir.
Bu sebeple redd-i miras yapmayan hiçbir siyasi temsil, Kürtleri cellat–aşk hastalığından kurtarmaya muktedir değildir.
Özgür Bey, Kürtlerin ezilen pedagojisinden mülhem aşklarının bugün partisinden esirgenip başka bir partiye yönelmiş olmasından mı rahatsızdır?
Bu bir aşk kıskançlığı mıdır?
Aşk bir gün yeniden kendi partisine yönelirse, temsil ettiği sendromun adı ne olacaktır? Gerçek aşk mı?
Özgür Beyler müsterih olsun. Kürtler cellatlarına aşklarını dönüşümlü yaşarlar. Sıra bir gün yine onlara da gelecektir. Zira ezilenlerin ezenlere karşı adil davranması, ezilen pedagojisinin bir gereğidir. Sistem, ezilenlere “sıtmayı gösterip ölüme razı etmeyi” iyi öğretir. Samimiyetsiz pragmatik küçük bir flörtle bile mecburi aşkın yönünü değiştirmek mümkündür. Fakat bu aşkın sabit kalmayacağı; cellatlar arasında gidip geleceği bilinmelidir. Çünkü bu aşk gerçek bir aşk değil, sistemin dayattığı, derinden rahatsızlık veren kirli bir aşktır.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın