Ahmet Ümit’in Yırtıcı Kuşlar Zamanı romanında toplumsal eleştiriler

05-09-2025
Faik Öcal
A+ A-

Ahmet Ümit, Yırtıcı Kuşlar Zamanı’nda Türkiye’nin son on yılına ayna tutmuştur. Bunu da şu ifadeyle göstermektedir: “Gerçi memleketin son on yılda geldiği vaziyette de öyle sık karşılaşan bir durum değildi ya.” (Sayfa; 310).

Ahmet Ümit romanı 23 Temmuz 2024’te gözlerden uzak, sessiz sakin Büyükada’da bitirmiş; ama onun aklında ve kalbinde hep Türkiye gerçekleri var. 2014’ten 2024’e kadar Türkiye’de görülen bütün toplumsal olaylara değinmiş, karakterleri üzerinden eleştirisini yapmış. Özellikle eleştirdiği konular şunlardır: 

Yazar ilkin muhtar Nurettin tiplemesi üzerinden de din ticareti yapanları eleştirmektedir. Neymiş, “Göksu Deresi’nin kenarına güya helal butik otel yaptıracak”mış. (Sayfa; 37).  

Yazarın dikkat çekmek istediği en önemli husus da ülkemizde son yıllarda yaygın bir hal alan metamfetamin kullanımıdır. Yazar bu konuyla ilgili olarak asıl söylemek istediklerini Narkotik Büro’dan Baki’ye söyletmiş: “Eskiden burası geçiş ülkesiydi. Bilirsiniz Balkan rotası. Afganistan, İran, Türkiye, Balkan güzergahı. Eroinin yolu buydu. Başka uyuşturucular da böyle pazarlanırdı. Zaten esrar bizde de yetiştirilirdi, burada içeni de çoktur. Ama burası hep köprüydü… Şimdi hedef ülke olduk. Şimdi o malların hepsi, pahalısı ucuzu, kalitelisi kalitesizi burada satılıyor. Bağımlıların hepsi, zengini, fakiri, orta hallisi bu malları kullanıyor. Ne yazık ki sayıları da her geçen gün artıyor… En tehlikelisi de bu met denen meret… Hem üretmesi kolay hem de ucuz. En çok bu satılıyor. Kristal diyorlar halk arasında, ateş buz diyenler de var. Doğrudan beyni etkiliyor, çok kolay bağımlılık yaratıyor. Bütün şehirlerimiz, bütün kasabalarımız, en muhafazakâr olanları da dahil, bütün mahalleler, eğlence yerleri, okullarımız, evet nerdeyse her okul, buna ilkokullar da dahil artık uyuşturucu tacirlerinin açık satış pazarı.” (Sayfa; 78-79).

Ahmet Ümit, İstanbulluların kabusu olan taksi sorununa da değinmeden edememiş. Baş komiser Nevzat ile taksici Dursun Boyunsuz vakıasını buna örnek verebiliriz. Yazar bu durumu da şöyle değinmektedir: “Benim işimi engelleyecektin. Belki çok önemli bir davaya gidiyorum, belki geç kaldığım için insanlar ölecekti. Ama sen üç kuruş fazla almak için turist müşteri peşindeydin…” (Sayfa; 107). 

Polis teşkilatının içindeki çürük elmalar. Bunların başında da “şahin Amir Abi İlhami” gibiler var. Onun karşısında görevine kurallarıyla bağlı Sabri ve insanın merhametini, vicdanını ve ahlakını temsil eden baş komiser Nevzat ve yardımcıları Ali ve Zeynep gibiler var.

Sırp Darko Samartiç gibi uyuşturucu satıcısı mafyalar. Bunlar parayla Türk vatandaşlığı alıp ülkemizde istediği gibi at koşturuyorlar. Baş komiser Nevzat Darko ve onun gibilerin hem uluslararası alanda hem de Türkiye’deki suç dosyalarının oldukça kabarık olduğunu ifade edip asıl can alıcı soruları Savcı Ayten Hanım’a şöyle yöneltir: “Neden bu adamların ülkemizde at koşturmasına izin veriyoruz? Bir koruyan mı var bunları?” (Sayfa; 135).

Yazarın bunlara isyanı bir başka yerde de şöyle karşımıza çıkıyor: “…Ulan Avrupa’nın en azılı uyuşturucu kaçakçısı Isparta’da yakalandı be. Mekan tuttu şerefsizler canım ülkeyi. Çok yüz buldu bunlar, çoook.” (Sayfa; 225). İşin asıl ilginci de bunları söyleyenin emniyetin içindeki emekli ‘çürük elma’ Yırtıcı Kuşlar Çetesinin lideri İlhami olması. Yazar burada da ustalıkla emniyeti, vatan ve millet sevgisini kendi şahsi çıkarları için kullanan İlhami ve onun gibilerini çok ağır biçimde eleştirmektedir. Yazarın bize sordurtmak istediği soru ise şu:

İlhami ve onun gibiler neden, nasıl ortaya çıkıyor? Neden bunların kökü kurutulamıyor? Buna kısacası gücün hukuku deyip geçebiliriz ama gerçekler bu kadar basit değil. 

Öte yandan “televizyonların müptezel konuşmacısı, kanunların inceliklerini ezbere bilen hukuk bezirganı”, “uyuşturucu kaçakçılarının avukatı” Şadan Harmancı gibiler bunlar birtakım için hukuki kılıflar hazırlamaktadır. Yazar bunlara da ağır eleştiriler getirmektedir. Şöyle ki: “Siyasetten hukuka, felsefeden psikolojiye her konuda söyleyecek lafı var lavuğun. Aslında bildiği hiçbir şey yok, millete yutturuyor işte. Kabahat onda değil ki, onu televizyona çıkartan yavşaklarda. Herif hem avukat, hem kanaat önderiymiş…” (Sayfa; 112).  

Kara para aklama. Buna örnek de Orkun’un sevgilisi Ceylin’e güzellik merkezinin açılması ve buradan da kadın ürünlerinden markalar yaratılması, bu sayede uyuşturucudan kazanılan paranın aklanılması. 

Yazar, Yırtıcı Kuşlar Çetesinin (İlhami, Halit, Turgay, Orkun) IŞİDlilere ait Toyota kamyonetinin altındaki yedek yakıt deposundaki beş milyona çökmesine de dikkat çekmek istemektedir. 

Yazar sırf reyting için televizyon kanallarındaki cinayet olaylarının çözülmesine ve ahlaksız olayların televizyon kanallarında gösterilmesiyle sıradan, normal bir hal almasını ağır biçimde eleştirmektedir.  

Yazar asıl eleştirdiği ise güce tapınmanın doruk noktasına varması, güce bağlı hukukun her yere hakim olmasıdır. Belki de bütün kötülüklerin sebebi güce tapınma ve cehalettir. Yazar bu durumu da Nevzat’a şöyle söylettiriyor ki bu aynı zamanda romanın ana düşüncesidir: “Tümüyle haklıydı (Evegenia), belki eskiden de berbat bir yerdi dünya, belki eskiden de bu kadar bencil, bu kadar acımasız, bu kadar aptal, bu kadar cahildi insanlar ama bu kadar cüretkar değillerdi. İnanmasalar bile bilgiye kıymet veriyorlardı, vicdanlı olmanın öneminden bahsediyorlardı, merhametli olmak gerekir diyorlardı. Haklı olmanın, adil olmanın, fedakar olmanın bir anlamı, bir değeri vardı. Oysa şimdi insanlık barbarlık dönemine geri dönmüştü. En kıymetli şey güçtü, güce sahip olmaktı. İster zenginlikle, ister siyasetle, ister dinle, ister futbolla, ister çalarak, ister uyuşturucu satarak, isterse öldürerek elde edilmiş olsun hiç fark etmez, güce sahipsen bütün kapılar sana açılıyordu. Üstelik kimse de bu saltanatı, bu kudreti, bu zenginliği nasıl elde ettin diye sormuyordu. Çünkü gücün pazarlayıcısı cehalet olmuştu, onu kıymetli hale getiren ise ahlaksızlıktı. Cehalet bütün kötülüklerin temeliydi. Ahlaksızlık, hırsızlık, yolsuzluk, zalimlik aklınıza ne gelirse cehaletin üzerinde yükseliyordu. Eskiden cahilllik utanılacak bir şeyken, şimdi halkın otantik bir kimliğiymiş gibi sunuluyordu. Bilgili olmak adeta bir suça dönüştürülmüştü, cahillik ise artık milli kimliğimiz olarak alkışlanıyordu. Bu da hayatı öldürüyordu işte. Yaşamanın manasını elimizden alıyordu. Toplumun, ailenin, arkadaşlığın, aşkın, sevginin, hepsinin içini boşaltıyordu. Alıştığımız dünya kayıp gidiyordu avuçlarımızın arasından. İşini kötüsü herkes, hepimiz şikayetçi olmamıza rağmen elimizden hiçbir şey gelmiyordu.” (Sayfa; 186). 

Ne kadar da tanıdık sözler! Yazar Ahmet Ümit bu romanında adeta George Orwell’in meşhur romanı 1984’de parolalaştırdığı “savaş barıştır, özgürlük köleliktir, cahillik güçtür” sözlerini ülkemize uyarlamış, güncelleştirmiş.

 

 (Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)

 

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli
 

Son paylaşılanlar

Foto: Namo Abdullah

Rûdaw artık küresel bir kanal

Beyaz Saray’daki bir odada, bir grup gazeteci ABD Başkanı Donald Trump’ın kabine üyeleriyle yaptığı toplantıyı izliyor. Aralarında kadınlar da erkekler de var; hepsi Amerikan medya kuruluşlarından geliyor. Biri hariç: Rûdaw’ın Washington muhabiri ve yabancı medya temsilcisi olarak davet edilen Dyar Kurda.