Milliyetçilik, bir milletin kültürünü, tarihini, dilini, geleneklerini ve ulusal çıkarlarını koruma, yüceltme ve geliştirme düşüncesidir. Bireylerin kendi milletine bağlılık hissetmesi, onun birliğini ve bağımsızlığını ön planda tutmasıdır. Siyasi bağlamda milliyetçilik, milletin toprakları üzerinde siyasi egemenlik ve güvenlik odaklı bağımsızlık için çalışmayı içerir. Aynı zamanda yerli üretimi ve ekonomiyi desteklemeyi amaçlar.
Demografik yapısı dağınık olan ve azınlık konumunda bulunan milletler, toprak eksenli bağımsızlık ya da federasyon hakkı elde edemediklerinden, kültürel değerlerini, ana dillerini, ana dilde eğitim hakkını ve kimliklerini koruma odaklı bir milliyetçilik savunur.
Milliyetçilik, tarihsel bağlama göre çoğu zaman ayrımcılıktan kaynaklanan çatışmalara yol açmış ve açabilir. 19. yüzyılda Avrupa'da ulus-devletlerin oluşumunda önemli bir rol oynarken, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasında ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda da belirleyici olmuştur. Latin Amerika, Uzak Doğu ve Afrika'da ise genellikle kanlı geçen ulusal bağımsızlık mücadeleleri yaşanmıştır.
Bu süreçlerin bir kısmı ulus-devlet, bir kısmı ise federasyon ya da konfederasyon biçiminde çoklu sistemlerle sonuçlanmıştır. Özetle, milliyetçilik bir millete aidiyet ve onun çıkarlarını savunma duygusudur; ancak uygulanış biçimi, farklı ideolojilere göre değişiklik gösterebilir. Nihai hedef ise bir halkın ulusal haklarına kavuşmasıdır.
Dünyada ulusların ulus-devlet ya da federasyonlar kurma çabaları, 10 Ocak 1920'de resmen kurulan Milletler Cemiyeti ile küresel bir hukuki çerçeveye kavuştu. Birinci Dünya Savaşı'nın ardından, 1919 Versay Antlaşması kapsamında kurulan bu örgüt, uluslararası barışı ve güvenliği sağlamak, devletler arası iş birliğini geliştirmek ve savaşları önlemek amacıyla oluşturuldu. Ana hedefleri arasında silahsızlanma, anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesi ve uluslararası hukukun güçlendirilmesi yer alıyordu. 1945'te bu kurum, Birleşmiş Milletler'e (BM) dönüştü. BM, üye olmayan hiçbir milletin devletsel oluşumunu devlet olarak tanımama kararı aldı.
Milliyetçiliğin tarihsel kökenleri
Milliyetçiliğin tarihsel kökeni, 18. ve 19. yüzyıl Avrupa'sındaki siyasi, toplumsal ve kültürel dönüşümlere dayanır. Modern anlamda milliyetçiliğin dönüm noktası, Fransız Devrimi'dir (1789). Bu devrim, "halk egemenliği" ve "ulus" kavramlarını öne çıkararak bireylerin bir krala ya da imparatora değil, ortak bir ulusal kimliğe bağlı olduğu fikrini yaygınlaştırdı. "Millet" (nation), ortak irade ve değerler temelinde tanımlanmaya başladı.
Aynı dili konuşan, ortak tarih, kültür ve sosyolojiye sahip milletlerin kendi kendilerini yönetme ve devlet kurma projesi, bu dönemde yaygınlık kazandı. Fransız Devrimi ile birlikte milliyetçilik, bilimsel ve aydınlanmacı gelişmelere de ivme kazandırdı. 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başında etkili olan romantizm akımı; duygu, tarih, arkeoloji, sosyoloji, antropoloji ve kültürü ön plana çıkardı. Ulusların edebiyat, teknoloji ve bilim alanındaki rekabeti, özellikle Batı Avrupa'da olağanüstü bir gelişim sağladı.
Alman düşünür Johann Gottfried Herder, her ulusun kendine özgü bir "halk ruhu" (Volksgeist) olduğunu savunarak dil, folklor ve tarih aracılığıyla ulusal kimliklerin vurgulanmasını teşvik etti. Ulus temelli örgütlenme ve devletleşme, insanlık için aydınlanma, akıl ve bireysel özgürlük fikirlerini güçlendirdi. Geleneksel monarşiler ve dini otoriteler sorgulanmaya başladı; ulus-devlet fikri, seküler bir topluluk olarak ortaya çıktı. Sanayi Devrimi ise bu süreci destekledi.
Kentleşme ve iletişim olanaklarının artması, farklı bölgelerdeki insanları bir araya getirerek ortak dil ve kültürün ulusal kimlik oluşumunda önemli bir rol oynamasını sağladı. Fransız Devrimi ile başlayan bu süreç, Almanya, İtalya ve Japonya gibi devletlerin ulus-devletleşme süreçlerini milliyetçilik esaslarına dayandırdı. Hukukun ve bilimin gelişmesi, seküler ve demokratik devlet yapılarının oluşumuna zemin hazırladı.
Bu düşünce ve duygular, kısa sürede tüm uluslara ve milliyetçi akımlara ideolojik bir kaynak oluşturdu. Ulus-devlet modeli zamanla federasyon gibi çoklu devlet sistemlerine evrilirken, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve azınlık hakları gibi gelişmelerle insan hakları alanında kurumsal bir hukuk sistemi kuruldu.
Türk milliyetçiliği
Türk milliyetçiliği, genel milliyetçi akımlardan etkilenmiş, ancak Osmanlı İmparatorluğu'nun çok uluslu yapısı ve 19. yüzyıldaki çöküş süreci nedeniyle kendine özgü bir yol izlemiştir. Osmanlı'nın çöküşü: 19. yüzyılda Balkanlar'daki ulusal hareketler ve azınlık isyanları, Türklerde ulusal bilinç oluşumunu tetikledi. Tanzimat reformlarıyla Osmanlıcılık fikri öne çıksa da bu başarısız olunca Türkçülük güç kazandı.
Avrupa'daki milliyetçilik ve ulus-devletlerin doğuşu, Osmanlı'yı parçalarken Türk milliyetçiliğinin de temellerini attı. Namık Kemal gibi düşünürler, vatan ve millet kavramlarını vurguladı.
Ziya Gökalp, Türk milliyetçiliğini teorik olarak sistemleştiren isimlerden biridir. Türk tarihine, kültürüne ve diline vurgu yaparak tekçi bir Türk ulus-devletinin ideolojik temelini oluşturdu. Kemalist milliyetçilik ise Mustafa Kemal Atatürk'ün milliyetçiliği, farklı etnik yapıları asimilasyon yoluyla "Türk ulusu" çatısı altında birleştirme, fakat asimilasyon yoluyla yok etme hedefiyle şekillendi. Ancak bu süreç, özellikle Lozan Antlaşması'nda Kürt milletinin haklarının tanınmaması gibi kararlarla, itirazlara ve ayaklanmalara yol açtı.
Daha sonraları MHP gibi kendisini "milliyetçi" yapı olarak tanımlayan partiler ortaya çıktı. Ancak bu yapılar milliyetçilik kavramını kullanıp ırk esaslı örgütlenmelerle (örneğin, Nazizm ya da Güney Afrika'daki Nasyonal Parti gibi) şiddeti benimseyerek ulusal değil, ırkçı hareketler olarak değerlendirildi.
Çünkü milliyetçilik kendini üstün ırk görme değil, aksine milletinin özgür ve bağımsız milletler seviyesine gelmesini amaçlarken, ırkçılık üstün ırk düşüncesine dayandığı için uluslararası hukukta suç olarak kabul görür. Irkçılığın fiiliyata geçmesi ise ceza gerektirir.
Her ideolojik ve dinsel akımın aşırı akımları gibi milliyetçiliğin de aşırıları ya da çok daha demokrat akımları vardır.
Sonuç olarak milliyetçilik, aydınlanma, Fransız Devrimi ve romantizm gibi akımlardan doğmuş evrensel bir kavramdır. Çoğunluğu milliyetçilik esaslarına göre kurulan devletler, Birleşmiş Milletler'in 1945'teki kuruluşunda 40 üye ile başlayıp bugün 197 devlete ulaştı. Son 50 yılda ticaret, iletişim ve ulaşım olanaklarının artmasıyla katı sınır ve gümrük yasaları gevşetildi. Avrupa Birliği gibi yapılar, ulusal ve çok uluslu devletler arasında kıtasal bir birlik oluştururken, devletlerin egemenlik haklarını koruyan ancak fiziki sınırlarda esneklik sağlayan bir model geliştirdi.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın