Fizyoloji Profesörü Jared Diamond’un medeniyetin Kürdistan coğrafyasında sıçramasını toprağın bereketine ve av hayvanlarının bolluğuna bağladığı bu topraklarda, hâlâ şaşırtıcı keşiflere şahit olmaya devam ediyoruz.
Urfalı bir çiftçinin atalarının mesken tuttuğu topraklarda tarım yaparken traktörünün pulluğuna takılan heykelle başlayan süreç, Göbeklitepe ve onun çağdaşları olan “Taş Tepeler”in gün yüzüne çıkarılmasına; şanlarının dünyanın dört bir köşesine yayılmasına vesile oldu.
Bu çalışmalar sayesinde geçmişimiz artık karanlık sokakları aydınlatmaya yetmeyen titrek bir mum ışığıyla değil, güçlü bir projeksiyonla aydınlanıyor. Son dönemde açıklanan 30 yeni buluntuyla birlikte, kısa süre içinde bütün meraklı gözler bir kez daha bu topraklara çevrildi.
Zamanını ve parasını ayırıp buralara gelen insanların arasında havada uçuşan, hakikatten uzak magazinsel söylentiler, hakikate giden gerçek soruları gölgede bırakıyor. Bu durumun verdiği derin bir hüzün var; çünkü o “canlı” taşlar, sırlarını yalnızca doğru soruları sorabilenlere açacaklarını bakışlarıyla hissettiriyor.
Döneminin koşullarında, dünyanın başka yerlerinde yaşayan insanlardan çok farklı olarak bir araya gelebilen bu topluluk; mimari, mühendislik, sanat ve inanç alanında olağanüstü ileri bir medeniyet yaratmıştı.

Onların bu emeği; bugün bizim bir çatı altında yaşayabilmemize, mutfaklarımızda en pahalı tencere takımlarının, salonlarımızda en değerli vazoların ve paha biçilemez heykellerin bulunmasına, hatta tapındığımız ilahlar için tapınaklar inşa edebilmemize öncülük etmiştir.
Peki, neydi bu insanları böylesine girift ve karmaşık bir medeniyet kurmaya iten şey?
Bu soruya bilimsel metotların dışında verilecek her cevap ebleh bir yaklaşımdır.
Primitif -sayılan- zihniyetin derin psikolojik süreçlerini anlamadan bu sırları çözmek mümkün değildir. Bugün ortalığa saçılan magazinsel “açıklamalar”ın yarattığı rahatsızlık da tam olarak buradan kaynaklanıyor.
Aslında tüm bu muazzam eserler, paranoid korkulardan arınmak için büyüye ve ritüele duyulan şiddetli ihtiyacın bir sonucudur…
O taşlara yükledikleri ruhun canlılığı, kozmosun varlığını sürdürebilmesi için hiçbir imanlı gücün (hiçbir ikonoklast baltanın) onlara dokunamaması gerektiğine inandıkları içindir ki; buraları bilinçli bir şekilde bırakıp gittiler.
Böylece hem sırlarını korudular hem de o “canlı” taşların koruyuculuğunu sonsuza dek güvence altına aldılar.
Netice itibarıyla on binlerce yıl geçmesine rağmen, hem muazzam eserleri hem de düşünsel dünyaları hâlâ dimdik ayakta; bize gösterdikleri zaman algısı, muhafazakârlığından zerre taviz vermemiş.

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın