“Terörsüz Türkiye” söylemi ve Kürt milletine yönelik inkâr-imha politikalarının sürekliliği

13-08-2025
Hüsamettin Turan
Etiketler Çözüm süreci "Terörsüz Türkiye" inkar ve imha Dersim Katliamı
A+ A-

Türkiye’de son yıllarda devlet ve ona bağlı ideolojik aygıtların yoğun biçimde kullandığı “Terörsüz Türkiye” söylemi, yüzeyde barış, güvenlik ve toplumsal huzur hedefi taşıyor gibi görünse de, derinlemesine incelendiğinde bunun yalnızca modern dönemde yeniden üretilmiş bir Pan-Türk - Osmanlıcı devlet stratejisinin güncel versiyonu olduğu görülmektedir.

Bu stratejinin özünde, Kürt milletinin tarihsel, kültürel ve siyasal varlığını tanımak değil; aksine, onu Türk ulusal kimliği içinde eritmek, tüm kolektif hak taleplerini “terör” kategorisine indirgemek ve böylece ulusal özgürlük mücadelesini kriminalize etmek vardır.

Osmanlı’nın son döneminde Jön Türk hareketi ile kurumsal zemini atılan, Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte resmileşen bu devlet aklı, yüzyılı aşkın süredir farklı ideolojik kılıflar içinde fakat aynı özle uygulanmıştır.

 1925 Şeyh Said İsyanı sonrası uygulanan sert bastırma politikaları, 1937-38 Dersim Tertelesi, 1980’lerin olağanüstü hal yılları, 1990’larda köy boşaltmaları ve zorla göç ettirmeler, bu sürekliliğin açık örnekleridir.

Günümüzde “Terörsüz Türkiye” adıyla paketlenen siyaset, bu tarihsel zincirin son halkasıdır. Burada barış, uluslararası hukukta tanımlandığı gibi eşit taraflar arasında siyasi çözüm anlamına gelmez; devletin kendi varlık ve güvenlik tanımı ekseninde tek taraflı olarak belirlediği bir “suskunluk” halidir.

Bu bağlamda PKK, DEM ve benzeri yapıların süreçteki pozisyonu özel olarak değerlendirilmelidir. Başlangıçta Kürt ulusal mücadelesi iddiasıyla ortaya çıkan bu hareketler, zamanla ideolojik dönüşüm ve siyasi pragmatizm yoluyla devletin belirlediği çerçevenin dışına çıkamayan aktörlere dönüşmüştür.

2013-2015 “çözüm süreci” bu durumun en net örneğidir: sürecin sonunda Kürt milletinin kolektif hakları tanınmamış, anadil, özerklik, statü gibi temel talepler masadan kaldırılmış, yerine “bireysel haklar” ve “silahsızlanma” eksenli dar bir çerçeve getirilmiştir.

Bu durum, Kürt ulusal davası açısından ikinci bir ihanet anlamına gelir: ilki, devletin inkâr ve imha politikası; ikincisi ise bu politikayı dolaylı yoldan meşrulaştıran örgütsel tavizlerdir.

Bugün “Terörsüz Türkiye” stratejisi, yalnızca askeri veya polisiye önlemlerle sınırlı değildir; kültürel asimilasyonu, ekonomik bağımlılığı ve politik temsiliyetin sıkı denetim altında tutulmasını kapsayan çok boyutlu bir projedir. Bu projede “barış masası” ise gerçek bir müzakere değil, kontrollü bir politik tiyatro işlevi görmektedir.

Devlet, masanın kurallarını, katılımcılarını ve konuşulacak başlıkları baştan belirlemekte; Kürt milletini özne değil, edilgen bir izleyici konumuna itmektedir. Bu şartlarda bu masadan çıkabilecek tek şey, yeni acılar, yeni ihanetler ve eski politikaların modern retorikle süslenmiş bir tekrarıdır.

Bu tabloyu anlamak için uluslararası örnekler önemli bir karşılaştırma zemini sunar.

Doğu Timor, Endonezya’nın uzun yıllar süren işgali ve şiddet politikaları sonrası 1999’da Birleşmiş Milletler gözetiminde yapılan referandumla bağımsızlığını ilan etti.

Güney Sudan, 2011’de Sudan hükümetiyle yürütülen müzakereler sonucunda kendi yazgısını belirleme hakkını kullanarak bağımsız devlet statüsünü kazandı.

Kosova, 2008’de uluslararası hukuk ve halk iradesi temelinde bağımsızlığını ilan etti; bu süreçte Uluslararası Adalet Divanı, Kosova’nın bağımsızlık ilanının uluslararası hukuka aykırı olmadığını hükme bağladı.

Bu örneklerin ortak noktası, “barış”ın ancak eşit taraflar, tanınan ulusal kimlik ve halkın iradesi temelinde kalıcı olabileceğini göstermesidir.

Kürt milletine yönelik Türkiye merkezli “barış” söylemleri ise bu üç temel unsuru eşitlik, tanıma ve halkın iradesi sistematik olarak dışlamaktadır. Dolayısıyla, “Terörsüz Türkiye” kavramı, Kürtlerin silahlı direnişten ve siyasal taleplerden arındırılmış, kültürel varlığı törpülenmiş, politik temsil hakkı devlet gözetiminde sınırlandırılmış bir toplum modeli anlamına gelmektedir.

Bu, barış değil; modernize edilmiş bir inkâr ve imha projesidir.

Uluslararası hukuk, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. Maddesinde halkların kendi yazgısını belirleme hakkını açıkça güvence altına alır.

Kürt milletinin bu hakkı, sadece tarihsel meşruiyetle değil, aynı zamanda günümüzün uluslararası normlarıyla da desteklenmektedir. Barış, ancak bu hakkın tanınmasıyla mümkün olabilir; aksi halde “Terörsüz Türkiye” söylemi, yalnızca eski asimilasyon politikalarının yeni bir adı olarak tarihe geçecektir.

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)


Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli