Kendi kaderini tayin hakkı teorisi Kürd milleti için geçerli değildir

20-11-2025
İsmet Yüce
Etiketler Ulus Kürt kendi kaderini tayin hakkı Lenin Ortadoğu
A+ A-

Kendi kaderini tayin hakkı teorisinin geliştirildiği yıl, hedef koşulları işgal ve bölünmüş bir millet için geçerli değildir. Düşüncenin geliştiği dönemde hedef milletler daha çok Rus Çarlığı ilhakındaki Orta Asya ülkeleriydi.

Devrim dönemi yarı propaganda teorisi olduğu, devrim sonrası hiçbir hak veya bağımsızlığa yakın bir sisteme izin verilmediği yaşanan süreçte görüldü. Hatta ilerleyen yıllarda bazı haklar talep eden Doğu Avrupa ülkelerine Sovyetler merkezinden askeri müdahale yapıldı.

Kızıl Kürdistan örneği ve Kürd milletine yaklaşım

Sonraları aynı düşüncenin devamında ulusal sorunu inceleyen Stalin’in ilk yaptığı iş, Kızıl Kürdistan’ın statüsünü yok ederek Kürd milletini Sibirya ve Orta Asya ülkelerine sürgün etmek oldu.

Bu dağıtma, Kürdistan’ın tarihi Şeddadilerden bu yana anayurt olan topraklarının tamamen Kürdsüzleştirilmesi sonucunu doğurdu.

Azerbaycan ve Ermenistan işgal ve savaşları sonucu şu an bölgede bırakın Kürd nüfusu, ayakta kalan yapı bile bulmak zor.

Teorinin uygulanabilirliği üzerine

Ulusların kendi kaderini tayin hakkı iddiasındaki milletlerin toprağı, dili, kültürü yasaklanmıyor ve inkâr edilmiyordu. Oysa Kürdistan uzun dönem bölünmüş, işgal ve yasaklarla karşı karşıya kaldı.

Bu bakımdan ulusların kendi kaderini tayin hakkı değil; bölünmüş ve işgal edilmiş, her tür yok sayılan milletin toprak ve vatan oluşturma sorunu ile karşı karşıyayız.

Belki Wilson İlkeleri kapsamına bakmak gerekir. Wilson prensipleri daha çok self-determinasyon üzerine olduğu için çoklu bölünmüş, bizimki gibi milletlere uygun olabilir.

Ayrılma hakkı tartışmaları

Mutlak ayrılma hakkı olarak görülmemiş, genel işçi sınıfı–burjuva çatışması çıkarı olarak bakılmıştır.

Bu da ayrılmamanın emperyalizm ve burjuva sınıfına yarayacağı sonucuna çıkar ve reddedilir. Sorun, bölünmüş toprakların kader hakkı değil; bunun birleştirilmesidir. Bölücü değil, parçalanmış toprakları birleştirmedir.

Lenin ve Wilson yaklaşımlarının karşılaştırılması

Lenin, ulusların kendi kaderini tayin etmesini gönüllülük esasına dayandıktan sonra, birleşmeyi de ayrılmayı da içerecek bir hak olarak görmüştür. Wilson ise ilk başta self-determinasyonu içsel (internal) olarak değerlendirse de zamanla dış self-determinasyon vurgusu da yapmıştır.

Lenin’in sorunsala yaklaşımı şu örnekle özetlenmiştir:

“Polonya proletaryası, Rusya'nın bütün proleterleri ile birlikte ortak savaşı aynı devletin çerçevesi içinde vermek istemesine karşılık Polonya toplumunun gerici sınıfları bunun tersini, Polonya'nın Rusya'dan ayrılmasını isterlerse ve bunlar bir referandumda oyların çoğunluğunu sağlarlarsa... nasıl davranmalıyız? Biz sosyal demokratlar, merkezi parlamentoda Polonyalı yoldaşlarımızla birlikte ayrılmaya karşı oy vermeliyiz; yoksa ulusların kaderlerini serbestçe tayin hakkını ihlal etmemek için oyumuzu ayrılmadan yana mı kullanmalıyız?”

Yaklaşım bu teoride gizli görülmüştür. Anlaşılacağı gibi teori, bu tarzıyla yüz yıldır yanlış egemen sisteme hizmet etmiş ve Kürd milletinin kadersizliği ile çözümsüzlüğü sarmalında gidip gelmiştir.

Bir proto Kürd toprağında proto Kürd medeniyeti de olan Gordion Düğümü hâlinde kalmıştır. Bunun çözümünün ne olduğu, nasıl uygulanacağı ve hiçbir zaman hiçbir sosyalist teoride uygulanmamış – uygulanamamış UKKTH teorisi değil; Gordion Düğümüne kılıç vuracak düşünce, milliyetçi Kürd düşüncesidir.

Lenin’in teorik çerçevesi ve Luxemburg tartışması

Ulusların kendi kaderini tayin hakkı, Lenin'in Şubat–Mayıs 1914’te yazdığı bir kitapta daha çok sınırları, hâkimiyeti, kimliği kabul edilen milletlerin sınır hâkimiyeti anlatımıdır.

Bu düşünce, ulusal soruna tamamen farklı bir yerden; sosyalist devrimi, ezilen ulusların kurtuluş mücadelesiyle ilişki içinde görerek “self-determinasyonu” gönüllü birliklerin kurulması için gerekli bir politika olarak tanımlamıştır.

“Norveç ve Polonya gibi ülkelerle ilgili ulusal sorunu ele almıştır. Rosa Luxemburg’a karşı bir polemik niteliğinde olan eser, ‘Doğu’da Uyanış’ tarzında yazılmıştır.”

Fakat Luxemburg teorisi de Lenin teorisi de milletlerin gerçek çıkarı üzerinde değil, iddia ettikleri “sınıf” çıkarları çerçevesinde tartışılmış ve uygulanmaya çalışılmıştır. Sovyetler sisteminin gücü ve fırsatı olduğu hâlde bu teoriyi, Çarlık Rusya’sından kalan işgal altındaki milletlere kullandırmadığı gibi, başta Kızıl Kürdistan Kürdleri olmak üzere baskıyı egemen “sınıf” teorisi–çıkarı adına daha da artırmıştır.

Wilson prensipleri ve Ortadoğu bağlamı

Aynı döneme, 1913–1915’e denk gelen ve daha çok baskı altındaki milletler için düşünülen Wilson prensipleri ise self-determinasyon üzerinden hareket etmekte ve Ortadoğu için düşünülmüş bir politik düşünce biçimidir. Daha çok 14. maddede formüle edilmiştir:

“Self-determinasyon, bir halkın coğrafi sınırlarını, politik durumunu veya kendi geleceğini diğer devletlerden bağımsız olarak kendisinin özgürce belirlemesi olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir anlamı, bir ülkede yaşayan halkın başka bir devlet etkisi olmaksızın yönetimi hakkında karar vermesidir.”

Sonuç: Kürd meselesi için uygun çözüm arayışı

Toprakları çoklu bölünmüş; kimliği, dili, tarihi, iktisadı, temel medeni hakları işgal edilmiş ve yok sayılmış bir milletin hak ve toprak istemi, klasik sosyalist ulusların kendi kaderini tayin hakkı düşünce sistemine uymuyor.

Tam tersi, sistemin reddettiği milliyetçi düşünce ve haklar sistemi ile çözüme kavuşabilir. Bu da daha çok Kürd milleti için kabule dayalı milli düşünce ve milli çözümdür.

 (Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli